22 Temmuz 2015 Çarşamba

110-THE MUMMY-DAVID LEVITHAN-21.07.2015

Dramatic events of this story took its beginning three thousand years ago in the city of Thebes. All this happened when a pharaoh Sati was murdered. His woman betrayed him with his High Priest of the Dead named Imhotep. When pharaoh cough the lovers, Anck-su-namun was afraid that he could kill them both. So she decided to kill him first. She knifed him with Imhotep’s help. When they heard Sati’s guards were coming, Anck-su-namun pushed the knife into her own stomach and said to Imhotep to bring her back to life later. She knew that he could to do it. Woman was dying with thought that her man would do everything to see her again. Who knows how much strong he tried to revive her but it wasn’t enough.

2 Şubat 2015 Pazartesi

109-ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR-J.D.SALINGER-01.02.2015

Gönülçelen ya da Çavdar Tarlasında Çocuklar (Özgün adıyla: The Catcher in the Rye), J. D. Salinger`in romanıdır. Eser ilk olarak İngiltere ve ABD`de 1951'de kitap olarak basıldı. "Modern zamanların başyapıtı" olarak değerlendirilen bu eser, "ahlâk dışı" ve "açık saçık" bulunduğundan ABD'nin birçok tutucu bölgesinde uzun süre yasaklı kaldı. Hâlâ bazı Amerikan kütüphanelerinde yasaklı kalmasına rağmen, kitabın yasaklanması günümüzde ilginç bir hal almıştır: ABD'de lise düzeyinde en çok yasaklanan kitap olmasına rağmen aynı zamanda en çok okutulan kitaptır. 1967'deki Adnan Benk'in İngilizce aslından değil de Fransızca versiyonu olan "L'Attrape-cœurs"den yaptığı dolaylı çevirisinden ötürü kitap Türkiye'de "Gönülçelen" olarak tanınır. Kitabın Yapı Kredi Yayınları basımı çevirisi Coşkun Yerli'ye aittir ve bu kez Türkçe adı özgün adına daha yakındır: "Çavdar Tarlasında Çocuklar". Kitap, anti-kahraman Holden Caulfield'ın okuldan atılmasıyla başlayan süreci Holden'ın kendi ağzından anlatır. Stylist.co.uk sitesi tarafından "En iyi ve en ikonik 100 giriş cümlesi" listesinde romanın giriş cümlesi birinci sırada yer alırken "En iyi 101 kapanış cümlesi" listesinde on beşinci sırada yer aldı. Kitabın giriş cümlesi: "Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum. Sonra, onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner." Hikâye ilk ağızdan anlatılır. Holden Caulfield`ın üç gününü kapsayan kitap, Holden`ın okuduğu Pencey Prep`ten Noel'den (tahminen 1949) hemen önce kovulmasıyla başlar. Daha önce, iki okuldan daha kovulmuştur ve bu sefer ailesiyle yüzleşmemek için eve gitmek istemez. İlk önce eski tarih hocası Mr.Spencer`ı ziyaret eder. Canını sıkan hocasından kurtulan Caulfield, yurda döner fakat orada da başta yakışıklı ve atletik Stradlater olmak üzere yurt arkadaşlarıyla kapışır ve orayı da küfürler savurarak terk eder. New York City`de içmiş şekilde gezmeye başlayan Caulfield, tanıdıklarıyla rastlaşır. Sürekli olarak etrafındaki her insanın "samimiyetsiz/yapmacık (phony)" olduğunu söyleyen Caulfield sonunda bir otele çekilir ve bekaretini kaybetmek için bir kadın satıcısıyla kız konusunda anlaşır. Odasına yaşıtı olduğunu tahmin ettiği bir kız gelir, fakat nedense sevişmek istemeyen Holden yüzünden işler yolunda gitmez ve kadın satıcısı fazladan 5 $ daha alır. Holden daha sonra eski kız arkadaşlarından Sally Hayes ile çıkmaya karar verir ve onu arar. Beraber tiyatroya ve buz pateni yapmaya giderler. Sonunda dayanamayan Caulfield kıza hakaret eder. Sally kaçtıktan sonra Caulfield bunalmış bir şekilde, ailesine çaktırmadan kız kardeşi Phoebe`yi görmek için eve gider. Küçük kız kardeşi ona Noel için biriktirdiği parayi verir. Caulfield ailesi geldiği anda evden kaçar. Kitabın sonlarına doğru, Holden güvendiği tek hoca olan Mr. Antolini`nin evine gider. Hocası ona geleceği için mantıklı ve yararlı öğütler verir. Uyumaya başlayan Caulfield gözlerini açtığında hocasının onun alnını okşadığını görür. Neden bunu yaptığı kitapta tam açıklanmasa da, Holden bunu hocasının eşcinsel eğilimlerine yorar. Evden kaçan Holden, bir tren istasyonunda uyuyakalır. Sabah kalktığında da, Batı`ya doğru otostop çekip gitmeyi kafasına koymuştur. Tanıdığı bütün insanlardan kaçıp vardığı yerde sağır taklidi yaparak bambaşka bir hayat sürecektir. Fakat önce bitirilmesi gereken bir iş vardır, kız kardeşinin parasını geri vermek. Holden, Phoebe`nin okuluna gider ve sekretere kız kardeşini öğle tenefüsünde okulun yakinindaki muzede beklediğine dair bir not bırakır. Phoebe, Holden`ın yanına vardığında elbiselerle dolu bir bavul taşımaktadır. Niyeti bellidir ağabeyiyle birlikte gitmek. Holden bu isteğini sertçe reddeder. Kız kardeşine kötü örnek olduğunu düşünmeye başlamıştır artık. Phoebe ona küser ve Holden gitmekten vazgeçtiğini söyler, kız kardeşini sehir parkina götürür. Atlı karıncaya binen Phoebe, Holden`ı neredeyse ağlatacak kadar mutlu eder. Holden Caulfield`ın hikâyeyi anlatması burada bitiyor. Günümüze dönerek olaylardan sonra hastalandığını, şu anda bir psikaytrist ile görüştüğünü ve sonbaharda okula gideceğinden bahsederek kitabı sonlandırıyor. Kahramanlar: Holden Caulfield: Hikâyenin anlatıcısı. Olaylar 17 yaşındaki Holden`ın gözünden anlatılmaktadır. Phoebe Caulfield: Holden`ın ufak kız kardeşi. Zaman zaman Phoebe`ye sinirlenir Holden, fakat kardeşi henüz masumiyetini kaybetmediğinden onu hiçbir zaman "yapmacıklıkla" suçlamaz. Allie Caulfield: Allie, Holden`ın ölen erkek kardeşidir. Lösemiden hayatını kaybetmiştir. Allie'nin ölümü büyük olasılıkla Holden`ın yaşadığı vahşi ergenlik sürecinin önemli tetikleyicilerinden biridir. D. B. Caulfield: D.B., Holden`ın ağabeyidir. Hollywood için senaryo yazmaktadır ve yazdıkları çok satılmaktadır. Holden ağabeyinin Hollywood'a senaryo yazmasını doğru bulmamaktadır. O yüzden o da, Holden'a göre bir 'phony'dir. Çünkü bu öyküler çok satmıştır ve ağabeyi yapmacıktır. Robert Ackley: Caulfield`ın oda arkadaşı. Sivilceli bir yüze sahiptir, daha mahçup olması gerekirken aksine karakter olarak da sinir bir kişiliğe sahiptir. Jane Gallagher: Jane kitapta hiçbir zaman gözükmez, fakat anlaşılan odur ki Holden`ın gerçekten bir şeyler hissettiği az sayıda insandan biridir. Jane`i "yapmacık" olarak değerlendirmez fakat arada geçen zamanda yapmacık olabileceğini içten içe düşündüğünden onunla karşılaşmaktan korkar. Ward Stradlater: Stradlater, Holden`ın yakışıklı ve popüler oda arkadaşıdır. Cinselliği yaşamış okuldaki ender çocuklardan biridir. Holden rastlantı sonucu Stradlater`in Jane ile dışarı çıkacağını duyunca kriz geçirir ve Stradlater`a saldırır. Mr. Spencer: Mr. Spencer, Holden`ın Pencey Prep`teki tarih öğretmeni. Aslında kötü bir insan olmayan Spencer, Holden`a sürekli "oyunu kurallarına göre" oynamaktan bahseder. Mr. Antolini: Caulfield`ın eski İngilizce hocası. Mr. Antolini de, olgunluk ve yaratıcılık üzerine Holden`a yararlı sayılabilecek bir konuşma yapar, fakat geceleyin Holden`ı okşaması Holden`ın bunu homoseksüel bir hareket olarak düşünmesine yol açar. Carl Luce: Carl eski okuldan arkadaşıdır. Holden ile bir barda buluşur. Fakat Holden`ın ergenlik hezeyanlarına dayanamayarak kendinin bunları çoktan aştığı düşüncesiyle onu terk eder. Sally Hayes: Holden`ın çıkma teklifi ettiği kızdır, fakat bu teklif sırasında Holden çok ciddi değildir ve bir anda Sally`e hakaretler yağdırmaya başlar. George Andover: Sally ile Holden tiyatroya gittiklerinde Sally`nin arkadaşı George ile karşılaşırlar. Holden aralarındaki konuşmaya tanık olur ve ikisinden de bir anda nefret eder. Maurice: Edmont Oteli`ndeki asansörcü çocuk. Aynı zamanda kadın pazarlayan Maurice, Holden`ın üstüne giderek ayarladığı kadın karşılığında Holden`dan zorla daha fazla para alır. Sunny: Genç bir fahişedir. Otelde Holden`ın odasına gelir fakat Holden Sunny ile sevişmekten kaçınır. Ossenberger: Holden`ın okulu Pencey Prep`ten eski mezun zengin bir iş adamı. Ernest Morrow: Ernest`in annesiyle trende karşılaşan Holden, annesine oğlunun çok duyarlı bir çocuk olduğunu söyler bu annesinin çok hoşuna gider fakat okuyucuya tam tersine Ernest`in tanıdığı en büyük hödüklerden biri olduğundan bahseder. Anne Louise Sherman: Holden`ın eski kız arkadaşı. Valencia: Valencia, The Wicker Bar`daki kadın. Holden onunla ilgilenir, fakat ciddiye alınmaz. Faith Cavendish: Holden`ın New York City`de canı sıkılıyorken telefonla aradığı kadın. Herkesle kolayca seviştiği söylenen bu kadını Holden ikna edemez ve telefonu kapatır. Eddie Birdsell: Birdsell, Faith`ı tavlamanın kolay olduğunu Holden`a söyleyen kişi. Ernie: Ernie New York`ta bir barda piyano çalan kişi. Ernie`nin oldukça yetenekli olduğunu düşünen Holden bir yandan onu "yapmacık"la suçlar, çünkü Ernie insanların önünde kendi yeteneğini sergiler ve tebrikleri memnuniyetle kabul eder. Horwitz: Holden`ın bindiği taksinin şoförü. Aralarında "ördeklerin kışın nereye gittiği" konusunda bir muhabbet geçer. Lillian Simmons: Lillian Simmons, D.B. Caulfield`ın eski arkadaşı. Holden barda karşılaşmıştır. Hazle Weatherfield: Phoebe Caulfield`ın hikâyelerinde uydurduğu karakter. Rudolf Schmidt: Rudolf Schmidt Pencey Prep`teki kapıcı. Jim Steele: Holden`ın uydurduğu başka bir kimlik. Arthur Childs: Whooton`dayken Holden ile tenis ve spor hakkında konuşmuş çocuk. Muhabbete bir anda Katolik Kilisesi`nin nerede olduğunu sokması Holden`ın çocuktan soğumasına neden olmuştır. James Castle: James Castle, Holden Whooton`dayken intihar eden çocuk. Castle`ın düştüğünü duyduğu sırada Holden duş almaktaydı, ses o kadar güçlüydü ki bunun bir masa veya radyo falan olabileceğini düşünmüştü. Castle`ın cansız bedenini yerden kaldırırken Mr. Antolini onu kucaklamaya cesaret eden tek kişiydi. Phil Stabile: James Castle'ın intiharından sorumlu olan kişi. Phil Stable arkadaşlarıyla birlikte James`in odasına dalmış ve çocuğu daha önce söylediği birkaç sözü geri almak için zorlamıştır. Castle da, geri almayı reddetmiş ve kendini camdan aşağı atmıştır. Ed Banky: Pencey`deki beyzbol hocası, zaman zaman arabasını öğrencilere vermektedir. Fredrick Woodruff: Holden Pencey`den ayrılırken onun 90 dolarlık daktilosunu 20 dolara alan kişi. Mal Brossard: Holden`ın bir tanıdığı. Holden`ın Pencey`deki son gecesinde beraber sinemaya gitmişlerdir. Mr. Haas: Elkton Hills okulunun müdürü. Holden`a göre aşağılık bir sahtekar. Çünkü daha gariban, komik giyinişli velilerle konuşmayı fazla istemez. Dr. Thurmer: Pencey Prep`in müdürü. Selma Thurmer: Pencey Prep`in müdürnün kızı. Pencey`in maçlarını izlemeye gider ve Holden ile de aralarında bir sefer bir diyalog geçmiştir. Pete: Holden'ın apartmanındaki asansör bakıcısı. Olayların 1940`ların sonu 1950`lerin başı gibi geçtiği/yaşandığı açıktır. Kitap da, bu dönemde yazılmıştır. Holden`ın kardeşi Allie`nin ölüm tarihi 18 Temmuz 1946 olarak verilir. O sıralarda Holden on üç yaşındadır. Kitaptaki olaylar ise Aralık 1949 tarihinde geçmektedir. Kitabın sonunda bahsedilen bugünkü durum 1950 yazıdır. Noelin (Christmas) pazar gününe denk geldiği düşünülürse; kitabın büyük bir bölümünü kapsayan iki günün 18 ve 19 Aralık olduğu tahmin edilir.

29 Ocak 2015 Perşembe

108-BENJAMİN BUTTON'UN TUHAF HİKAYESİ-SCOTT F.FIZTGERALD-08.01.2015

Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald'ın ilk kez 1921 tarihinde Colliers dergisinde yayımlanan kısa hikâyesinin adıdır. Özgün adı The Curious Case of Benjamin Button olan öykü 1922'de ABD'de Tales of the Jazz Age (Caz Çağı Hikayeleri) adlı kitabın içinde Fitzgerald'ın diğer öyküleriyle birlikte yayımlanmıştır. Bu kitap zaman zaman The Curious Case of Benjamin Button and Other Jazz Age Stories (Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi ve Diğer Caz Çağı Hikayeleri) adı altında yeni baskılar yapmıştır. Eserin film ve benzeri haklarını elinde bulunduran Hollywood kodamanı ve tefecisi Ray Stark bu hakları uzun süre kimseye kullandırtmadı. Ancak Stark'ın 2004'teki ölümünden sonra mirasçıları film haklarını satınca öykü nihayet 2008 yılında sinemaya aktarılabildi. Kitap Türkiye'de 2009 yılında Zeynep Ertan'ın Türkçe çevirisiyle Profil Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kitabın kapağında öykünün sinema uyarlamasından alınmış bir fotoğraf karesi kullanılmıştır. Birçok romanı ve öyküsü daha önce de sinemaya aktarılmış olan Amerikan edebiyatının bol ödüllü yazarı Scott F. Fitzgerald kısaca "hayatı tersten yaşamak" temasını işlediği bu çarpıcı, şaşırtıcı ve adı gibi tuhaf öyküsünde, herkes gibi bebek olarak değil de esrarengiz bir şekilde çok yaşlı ve sakat bir adam olarak doğan ve yıllar ilerledikçe gençleşen, sıhhatini kazanan ve daha sonra da çocuklaşan Benjamin Button'ın yaşam öyküsünü anlatır. Bu fantastik öykü keskin bir sosyal hayat eleştirisi de sunar.

28 Ocak 2015 Çarşamba

107-MUHTEŞEM GATSBY-F.SCOTT FITZGERALD-28.01.2015

İlk basımı 10 Nisan 1925'te yapılmıştır. Hikaye 1922 yazında New York ve Long Island'da geçmektedir. 1920'lerin ekonomik durumu ve I.Dünya Savaşı sırasındaki bunalım ve kargaşa anlatılmıştır. Amerikan rüyası düşüncesine karşı yazılmıştır. F. Scott Fitzgerald 1920'lerde ABD'de kaleme aldı. I.Dünya Savaşı sonrası, iyileşmekte olan ABD ekonomisi, sessizce büyüyen marketler ve "çılgın yirmiler" olarak da bilinen on yıllık dönem anlatılmıştır. Bu dönemde büyük bir toplumsal yükseliş olmuştur. 1920 Kasımında; kadınlara oy kullanma hakkı verildi, bir yasa değişikliği ile alkol yasaklandı, bir Afroamerikan tarzı müzik olan caz bu dönemin ana akımlarındandı. Fitzgerald bu dönemi "Caz Devri" olarak adlandırır. Karakterler[değiştir | kaynağı değiştir] Nick Carraway (Hikayeci)— 29 yaşında, Minnesota'da tezgahtarlık yapan eski bir asker, Yale mezunu, Long Adası'nda oturuyor, Gatsby'nin komşusu. Jay Gatsby (özgün adı James "Jimmy" Gatz)—bir genç, esrarengiz bir milyoner ancak daha sonra servetini kendisi kazanmadığı ortaya çıkacaktır, aslen Kuzey Dakota'dandır, şüpheli iş bağlantıları ve saplantılı bir aşkı vardır.(Daisy Buchanan) Daisy Buchanan née Fay—çekici, coşkulu genç bir kadın; Nick'in ikinci kuzeni, Tom Buchanan'ın eşidir. Daisy karakterinin yaratılışında yazar kendi gençlik romanı Şikago'dan esinlenmiştir. Thomas "Tom" Buchanan— kibirli bir milyoner ve Daisy'nin kocası. George B. Wilson—bir tamirci ve garaj sahibidir. Myrtle Wilson—George Wilson'ın eşi ve Tom Buchanan'ın metresi. Jordan Baker—Daisy'nin uzun süreli arkadaşı, uzman bir golfçüdür ve şöhreti gölgelidir.

23 Ocak 2015 Cuma

106-ADA-ALDOUS HUXLEY-23.01.2015

Huxley son romanı Ada'da Batı'nın bilimsel-teknolojik üstünlüğüyle Doğu'nun bilgeliğini ustaca kaynaştırırken, özgür ve mutlu bir yaşamın çıkış noktası olarak bu sentezi gösterir.Düşsel ada Pala'da bireyler sınırsız bir düşünce özgürlüğü içinde yaşarlar; yeteneklerini ve yaratıcılıklarını alabildiğine geliştirme şansına sahiptirler. Mutluluk da bu sınırsız özgürlükten kaynaklanır. Savaşların, kişisel ve toplumsal yıkımların, demografik baskının, amansız rekabetin, yeryüzünü çılgınca saran tüketim tutkusunun, yozlaşan insani değerlerin yol açtığı kozmik umutsuzluğun karşısına umudu, barışı ve sevecenliği koyar Huxley Ada'da. Budist Palalılar için asıl amaç, gerçek dünya ile kendileri arasında duyular yoluyla uyumlu bir ilişki kurmaktır. Beş duyunun yarattığı sınırsız algılama biçimleri insanın benliğini aşmasını sağlar.

17 Ocak 2015 Cumartesi

105-KAFAMDA BİR TUHAFLIK-ORHAN PAMUK-17.01.2015

Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez. Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.

12 Ocak 2015 Pazartesi

104-AYLAK ADAM-YUSUF ATILGAN-12.01.2014

Bir ismin bile çok görüldüğü C.’nin bir yıl boyunca başından geçen olayları anlatan kitap, dörde ayrılmış olup her bölümde farklı mevsimlerde C.nin yaşantısını ele almıştır. Babasından kalan emlaklardan aldığı kiralarla çalışmadan geçinebilen C., gününü kitap okuyarak, kahvehanelere, restoranlara, barlara giderek, film izleyerek, bol bol yürüyerek, sanat çevresinden arkadaşlarıyla sohbet ederek ve durmadan düşünerek geçirir… C., toplumla uyuşamayan, ataerkil yapıya ait olamayan, iki kişiden kurulmuş toplumların “en iyisi” olduğunu düşünen ve bu uğurda ‘gerçek aşk’ı arayan; huysuz, sıkılgan, mutsuz ve ‘aylak’ bir adamdır. Romanın konu edildiği bir yıl boyunca C.’nin başından iki aşk macerası geçer. İlkinde üniversite öğrencisi ‘süssüz, sade’ Güler’den umduğunu bulamayan C., yaz aylarında gittiği pansiyonda karşılaştığı eski sevgilisi ‘ressam ve kişilikli’ Ayşe ile de olaylı bir aşk süreci yaşar. Aylak Adam, aradığı ve tek tutamak olarak gördüğü gerçek sevgiyi, o kadını ararken aslında sürekli O'na teğet geçmektedir. Yolda, tramvayda ya da kumsalda çok yaklaşmakta; fakat O'na erişememektedir. “ Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi , pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın! „ —Kitaptan

9 Ocak 2015 Cuma

103-ANAYURT OTELİ-YUSUF ATILGAN-08.01.2015

Anayurt Oteli'nin yazarı Yusuf Atılgan’ın, daha sonra anlattığına göre Manisa’da bir Anavatan Oteli varmış ve her gittiklerinde, ailesiyle orada kalırlarmış. Oteli de Zebercet Efendi ve oğlu işletirmiş. Merdivenin altında oturur gelenin gidenin kaydını tutarlarmış. O zaman, önünden gelip geçtikçe, merdiven altında oturan bu adamın nasıl bir hayatı olabileceğini düşünmüş Yusuf Atılgan. Anayurt Oteli'nde, bize ilk önce Zebercet’i tanıtarak başlıyor. Az rastlanır bir isim. Zebercet kayıt alıyor ve otelde, Zebercet adında birinin hiç kalmadığını düşünüyor. Gerçek bir ''‘Zebercet'' den esinlenmiş yazar, ama bu durumda bu tuhaf ismin karaktere çok uygun olduğunu düşünüyorum. Karakter sanki duvarlarla etrafındaki toplumdan ayrılıyor. O kadar yalnız ki, bu yalnızlığı çevresinde devam eden hayattan dışlanmış olmaya kadar ilerliyor. Bu halde, tanıdık olmayan bu tuhaf isim, yabancılaşmış bu karaktere çok yakışıyor. Romanda en çok ön plana çıkan karakterin yalnızlığı ve anlatılan yalnızlık olunca da, hem mekanın otel olması bu yalnızlığı vurguluyor hem de belki büyütüyor. Zebercet kendi rutini içinde sıkışmış bir adam. Her sabah kalkıp aynı şeyleri yapıyor, aynı günü tekrar tekrar yaşıyor. Ona arkadaşlık ediyor sayılabilecek tek kişi yarım akıllı temizlikçisi ama O'nunla bile aralarında bir iletişim yok. Otel ise yaşıyor. İnsanlar gelip gidiyor, insanların hayatlarında ''Otel'' sadece bir ''Ara'', ''Geçiş'' iken Zebercet’in hayatı bu ''Aralık'' da sürüp gidiyor. İnsanlar hayatlarını yaşarken Zebercet bir kenarda (merdivenin altında) durup seyrediyor. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın da bu geçen hayatlardan, dışardan bakıldığında en çekici görüneni... Yetişkin bir erkek olarak Zebercet yalnızlığına arkadaş, güzel bir kadının hayallerini ediniyor. Kendi hayatı bir yere gitmediği için, sürekli o aralıkta durupdurduğu için, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının ikinci kez gelmesini beklemek O'na bir amaç oluyor; hayatının ilerlediğini anlamasını, yaşadığını hissetmesini sağlayacak bir olay haline geliyor. Zebercet’in bekleyecek birşeyi oluyor. Bu şekilde kendine, rutinini bozacak bir iş de ediniyor. Kadının, odasını bıraktığı gibi bulmasını sağlamak... Çok mantıksız bir hareket elbette, kimse terkettiği otele ikinci kez geldiğinde daha önce kaldığı odada bıraktığı iki sigara izmaritini, yarım bardak soğuk çayı bulmak istemez. Ama bu, Zebercet için bir tören oluyor. Kadının dönmesini sağlamak için yapabileceği hiç bir şey olmadığını düşünmek istemiyor ve bu yüzden kendince, eğer ''Odayı olduğu gibi korur'' ise kadının döneceğine inanıyor. Fakat çay bardağının kırılması Zebercet’in kendine koyduğu bu törenimsi, batıl kuralların bozulma noktası oluyor. Bardakla birlikte Zebercet de kırılmaya başlıyor. Karakter antisosyal. Bunu kırmaya da çalışıyor ama dışarıdaki hayata karışamıyor. Kafası karışık. Ne beklediğini de bilmiyor. Horoz dövüşünde tanıştığı çocuğun samimiyetini nasıl yorumlaması gerektiğini bilemiyor. Yalnız kalmak istemiyor ama yemek yerken masasına oturmaya çalışan adamı da çok katı reddediyor. Bu belki de hayata hep aralıktan bakıyor olduğu için. Asla sağlıklı bir şekilde tatmin edemediği cinsel dürtüleri Zebercet’in kafasını çok daha fazla karıştırıyor. Temizlikçisi ya da sinemaya gittiği çocuk, otele sürekli gelip giden fahişe.. Bunlardan hiç biri, öğretmen kadının kocasına söylediği ''Nasıl da seninim!'' cümlesinin içerdiği birliktelik hissini uyandırmıyor. O kadar yalnız ki, böylesine ''Beraber olma''nın nasıl bir şey olacağını düşünemiyor bile... Bunun simgesi olarak da gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını buluyor kendine. Hayalini putlaştırıyor, çünkü asla elde edemeyeceği şeylerin hepsini kadına yüklüyor ve eğer kadın tekrar gelirse kafasındaki düğüm çözülecekmiş gibi hissediyor. Eksikliğini çektiği herşeye dönüşüyor kadın ve kadından geriye kalan sadece bir havlu. Köyden havluyu almaya gelen adamlarla da ortaya bir ip çıkıyor. Kitabın arkasında “Ne ölü, ne sağ bir yaşam.” diye başlayan bir tanıtım yazısı var. Zebercet’in içinde yaşadığı ''Aralığı'' çok iyi tanımlıyor bence... Kitap bilinç akışı şeklinde yazılmış ve düşünceleri bile derli toplu olmayan, kendi varlığının çok da bilincinde olmayan bir karakteri, O'nun kafasının içini okura göstererek anlatmak, okuru, karakterin iç dünyasına çok sağlam bir şekilde sokuyor. Karakterin yabancılaşmasını çok iyi hissediyoruz. Kendi elleriyle boşalttığı otelin fişlerini doldurması gerektiğinde, 1 numaralı odaya kendi adını yazıyor Zebercet... Çünkü otelde o zaman kadar hiç ''Zebercet'' kalmamış ve bardak da kırıldığına göre, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın tekrar gelmeyecek.

6 Ocak 2015 Salı

102-TESLA-ZAMANIN ÖTESİNDEKİ DEHA-MARGARET CHENEY-06.01.2015

Adı Edison veya Marconi kadar bilinmese de Nikola Tesla gelmiş geçmiş en büyük mucitlerden biri, hatta birincisi kabul ediliyor. Sırp asıllı, Hırvatistan doğumlu ve ABD vatandaşı olan bu dâhi sayesinde bugün ışıl ışıl aydınlanan kentlerde yaşıyoruz. Ama insanlığın Teslaya borçlu olduğu şey bununla sınırlı değil tabii. Gerçekten zamanının çok ilerisinde yaşayan bir bilim insanı olan Tesla patentinin Marconiye değil kendisine ait olduğunu ancak ABD Yüksek Mahkemesi kararıyla kanıtlayabildiği radyodan televizyona, robotlardan telsiz haberleşmesine, bilgisayardan füzelere kadar bugün gündelik yaşamımızda yer alan pek çok şeyin mucidi veya fikir babasıdır. Kendisine ait bir evi olmayan, otellerde yaşayan, hiç evlenmeyen ve en iyi dostu ünlü yazar Mark Twain ile güvercinler olan Tesla yirminci yüzyılın ilk yarısında sayısız icat yaptı. Ancak bunları ticari ürüne ve kendisi için bir gelir kaynağına dönüştürmeyi pek umursamayınca inanılmaz buluşları Edison veya Marconi gibi açgözlü tüccar mucitler tarafından çalındı. Ne yazık ki bugün onların adı Tesladan daha çok biliniyor. Hayallerine bugün bile ulaşılması zor görünen Tesla İkinci Dünya Savaşının ortasında, 1943te öldüğünde çalışmalarını yakından izleyen FBI bütün araştırma notlarına, yayımlanmamış makalelerine el koydu. Daha sonraki yıllarda nükleer teknolojinin geliştirilmesinde ve uzay çalışmalarında değerlendirildiği söylenen bu belgeler üzerinde hâlâ incelemeler sürüyor.