
Anayurt Oteli'nin yazarı Yusuf Atılgan’ın, daha sonra anlattığına göre Manisa’da bir Anavatan Oteli varmış ve her gittiklerinde, ailesiyle orada kalırlarmış. Oteli de Zebercet Efendi ve oğlu işletirmiş. Merdivenin altında oturur gelenin gidenin kaydını tutarlarmış. O zaman, önünden gelip geçtikçe, merdiven altında oturan bu adamın nasıl bir hayatı olabileceğini düşünmüş Yusuf Atılgan.
Anayurt Oteli'nde, bize ilk önce Zebercet’i tanıtarak başlıyor. Az rastlanır bir isim. Zebercet kayıt alıyor ve otelde, Zebercet adında birinin hiç kalmadığını düşünüyor. Gerçek bir ''‘Zebercet'' den esinlenmiş yazar, ama bu durumda bu tuhaf ismin karaktere çok uygun olduğunu düşünüyorum. Karakter sanki duvarlarla etrafındaki toplumdan ayrılıyor. O kadar yalnız ki, bu yalnızlığı çevresinde devam eden hayattan dışlanmış olmaya kadar ilerliyor. Bu halde, tanıdık olmayan bu tuhaf isim, yabancılaşmış bu karaktere çok yakışıyor.
Romanda en çok ön plana çıkan karakterin yalnızlığı ve anlatılan yalnızlık olunca da, hem mekanın otel olması bu yalnızlığı vurguluyor hem de belki büyütüyor. Zebercet kendi rutini içinde sıkışmış bir adam. Her sabah kalkıp aynı şeyleri yapıyor, aynı günü tekrar tekrar yaşıyor. Ona arkadaşlık ediyor sayılabilecek tek kişi yarım akıllı temizlikçisi ama O'nunla bile aralarında bir iletişim yok. Otel ise yaşıyor. İnsanlar gelip gidiyor, insanların hayatlarında ''Otel'' sadece bir ''Ara'', ''Geçiş'' iken Zebercet’in hayatı bu ''Aralık'' da sürüp gidiyor. İnsanlar hayatlarını yaşarken Zebercet bir kenarda (merdivenin altında) durup seyrediyor.
Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın da bu geçen hayatlardan, dışardan bakıldığında en çekici görüneni... Yetişkin bir erkek olarak Zebercet yalnızlığına arkadaş, güzel bir kadının hayallerini ediniyor. Kendi hayatı bir yere gitmediği için, sürekli o aralıkta durupdurduğu için, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının ikinci kez gelmesini beklemek O'na bir amaç oluyor; hayatının ilerlediğini anlamasını, yaşadığını hissetmesini sağlayacak bir olay haline geliyor. Zebercet’in bekleyecek birşeyi oluyor. Bu şekilde kendine, rutinini bozacak bir iş de ediniyor. Kadının, odasını bıraktığı gibi bulmasını sağlamak... Çok mantıksız bir hareket elbette, kimse terkettiği otele ikinci kez geldiğinde daha önce kaldığı odada bıraktığı iki sigara izmaritini, yarım bardak soğuk çayı bulmak istemez. Ama bu, Zebercet için bir tören oluyor. Kadının dönmesini sağlamak için yapabileceği hiç bir şey olmadığını düşünmek istemiyor ve bu yüzden kendince, eğer ''Odayı olduğu gibi korur'' ise kadının döneceğine inanıyor. Fakat çay bardağının kırılması Zebercet’in kendine koyduğu bu törenimsi, batıl kuralların bozulma noktası oluyor. Bardakla birlikte Zebercet de kırılmaya başlıyor.
Karakter antisosyal. Bunu kırmaya da çalışıyor ama dışarıdaki hayata karışamıyor. Kafası karışık. Ne beklediğini de bilmiyor. Horoz dövüşünde tanıştığı çocuğun samimiyetini nasıl yorumlaması gerektiğini bilemiyor. Yalnız kalmak istemiyor ama yemek yerken masasına oturmaya çalışan adamı da çok katı reddediyor. Bu belki de hayata hep aralıktan bakıyor olduğu için.
Asla sağlıklı bir şekilde tatmin edemediği cinsel dürtüleri Zebercet’in kafasını çok daha fazla karıştırıyor. Temizlikçisi ya da sinemaya gittiği çocuk, otele sürekli gelip giden fahişe.. Bunlardan hiç biri, öğretmen kadının kocasına söylediği ''Nasıl da seninim!'' cümlesinin içerdiği birliktelik hissini uyandırmıyor. O kadar yalnız ki, böylesine ''Beraber olma''nın nasıl bir şey olacağını düşünemiyor bile... Bunun simgesi olarak da gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını buluyor kendine. Hayalini putlaştırıyor, çünkü asla elde edemeyeceği şeylerin hepsini kadına yüklüyor ve eğer kadın tekrar gelirse kafasındaki düğüm çözülecekmiş gibi hissediyor. Eksikliğini çektiği herşeye dönüşüyor kadın ve kadından geriye kalan sadece bir havlu. Köyden havluyu almaya gelen adamlarla da ortaya bir ip çıkıyor.
Kitabın arkasında “Ne ölü, ne sağ bir yaşam.” diye başlayan bir tanıtım yazısı var. Zebercet’in içinde yaşadığı ''Aralığı'' çok iyi tanımlıyor bence... Kitap bilinç akışı şeklinde yazılmış ve düşünceleri bile derli toplu olmayan, kendi varlığının çok da bilincinde olmayan bir karakteri, O'nun kafasının içini okura göstererek anlatmak, okuru, karakterin iç dünyasına çok sağlam bir şekilde sokuyor. Karakterin yabancılaşmasını çok iyi hissediyoruz.
Kendi elleriyle boşalttığı otelin fişlerini doldurması gerektiğinde, 1 numaralı odaya kendi adını yazıyor Zebercet... Çünkü otelde o zaman kadar hiç ''Zebercet'' kalmamış ve bardak da kırıldığına göre, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın tekrar gelmeyecek.