29 Ocak 2015 Perşembe

108-BENJAMİN BUTTON'UN TUHAF HİKAYESİ-SCOTT F.FIZTGERALD-08.01.2015

Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald'ın ilk kez 1921 tarihinde Colliers dergisinde yayımlanan kısa hikâyesinin adıdır. Özgün adı The Curious Case of Benjamin Button olan öykü 1922'de ABD'de Tales of the Jazz Age (Caz Çağı Hikayeleri) adlı kitabın içinde Fitzgerald'ın diğer öyküleriyle birlikte yayımlanmıştır. Bu kitap zaman zaman The Curious Case of Benjamin Button and Other Jazz Age Stories (Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi ve Diğer Caz Çağı Hikayeleri) adı altında yeni baskılar yapmıştır. Eserin film ve benzeri haklarını elinde bulunduran Hollywood kodamanı ve tefecisi Ray Stark bu hakları uzun süre kimseye kullandırtmadı. Ancak Stark'ın 2004'teki ölümünden sonra mirasçıları film haklarını satınca öykü nihayet 2008 yılında sinemaya aktarılabildi. Kitap Türkiye'de 2009 yılında Zeynep Ertan'ın Türkçe çevirisiyle Profil Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kitabın kapağında öykünün sinema uyarlamasından alınmış bir fotoğraf karesi kullanılmıştır. Birçok romanı ve öyküsü daha önce de sinemaya aktarılmış olan Amerikan edebiyatının bol ödüllü yazarı Scott F. Fitzgerald kısaca "hayatı tersten yaşamak" temasını işlediği bu çarpıcı, şaşırtıcı ve adı gibi tuhaf öyküsünde, herkes gibi bebek olarak değil de esrarengiz bir şekilde çok yaşlı ve sakat bir adam olarak doğan ve yıllar ilerledikçe gençleşen, sıhhatini kazanan ve daha sonra da çocuklaşan Benjamin Button'ın yaşam öyküsünü anlatır. Bu fantastik öykü keskin bir sosyal hayat eleştirisi de sunar.

28 Ocak 2015 Çarşamba

107-MUHTEŞEM GATSBY-F.SCOTT FITZGERALD-28.01.2015

İlk basımı 10 Nisan 1925'te yapılmıştır. Hikaye 1922 yazında New York ve Long Island'da geçmektedir. 1920'lerin ekonomik durumu ve I.Dünya Savaşı sırasındaki bunalım ve kargaşa anlatılmıştır. Amerikan rüyası düşüncesine karşı yazılmıştır. F. Scott Fitzgerald 1920'lerde ABD'de kaleme aldı. I.Dünya Savaşı sonrası, iyileşmekte olan ABD ekonomisi, sessizce büyüyen marketler ve "çılgın yirmiler" olarak da bilinen on yıllık dönem anlatılmıştır. Bu dönemde büyük bir toplumsal yükseliş olmuştur. 1920 Kasımında; kadınlara oy kullanma hakkı verildi, bir yasa değişikliği ile alkol yasaklandı, bir Afroamerikan tarzı müzik olan caz bu dönemin ana akımlarındandı. Fitzgerald bu dönemi "Caz Devri" olarak adlandırır. Karakterler[değiştir | kaynağı değiştir] Nick Carraway (Hikayeci)— 29 yaşında, Minnesota'da tezgahtarlık yapan eski bir asker, Yale mezunu, Long Adası'nda oturuyor, Gatsby'nin komşusu. Jay Gatsby (özgün adı James "Jimmy" Gatz)—bir genç, esrarengiz bir milyoner ancak daha sonra servetini kendisi kazanmadığı ortaya çıkacaktır, aslen Kuzey Dakota'dandır, şüpheli iş bağlantıları ve saplantılı bir aşkı vardır.(Daisy Buchanan) Daisy Buchanan née Fay—çekici, coşkulu genç bir kadın; Nick'in ikinci kuzeni, Tom Buchanan'ın eşidir. Daisy karakterinin yaratılışında yazar kendi gençlik romanı Şikago'dan esinlenmiştir. Thomas "Tom" Buchanan— kibirli bir milyoner ve Daisy'nin kocası. George B. Wilson—bir tamirci ve garaj sahibidir. Myrtle Wilson—George Wilson'ın eşi ve Tom Buchanan'ın metresi. Jordan Baker—Daisy'nin uzun süreli arkadaşı, uzman bir golfçüdür ve şöhreti gölgelidir.

23 Ocak 2015 Cuma

106-ADA-ALDOUS HUXLEY-23.01.2015

Huxley son romanı Ada'da Batı'nın bilimsel-teknolojik üstünlüğüyle Doğu'nun bilgeliğini ustaca kaynaştırırken, özgür ve mutlu bir yaşamın çıkış noktası olarak bu sentezi gösterir.Düşsel ada Pala'da bireyler sınırsız bir düşünce özgürlüğü içinde yaşarlar; yeteneklerini ve yaratıcılıklarını alabildiğine geliştirme şansına sahiptirler. Mutluluk da bu sınırsız özgürlükten kaynaklanır. Savaşların, kişisel ve toplumsal yıkımların, demografik baskının, amansız rekabetin, yeryüzünü çılgınca saran tüketim tutkusunun, yozlaşan insani değerlerin yol açtığı kozmik umutsuzluğun karşısına umudu, barışı ve sevecenliği koyar Huxley Ada'da. Budist Palalılar için asıl amaç, gerçek dünya ile kendileri arasında duyular yoluyla uyumlu bir ilişki kurmaktır. Beş duyunun yarattığı sınırsız algılama biçimleri insanın benliğini aşmasını sağlar.

17 Ocak 2015 Cumartesi

105-KAFAMDA BİR TUHAFLIK-ORHAN PAMUK-17.01.2015

Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul'daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu'dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez. Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.

12 Ocak 2015 Pazartesi

104-AYLAK ADAM-YUSUF ATILGAN-12.01.2014

Bir ismin bile çok görüldüğü C.’nin bir yıl boyunca başından geçen olayları anlatan kitap, dörde ayrılmış olup her bölümde farklı mevsimlerde C.nin yaşantısını ele almıştır. Babasından kalan emlaklardan aldığı kiralarla çalışmadan geçinebilen C., gününü kitap okuyarak, kahvehanelere, restoranlara, barlara giderek, film izleyerek, bol bol yürüyerek, sanat çevresinden arkadaşlarıyla sohbet ederek ve durmadan düşünerek geçirir… C., toplumla uyuşamayan, ataerkil yapıya ait olamayan, iki kişiden kurulmuş toplumların “en iyisi” olduğunu düşünen ve bu uğurda ‘gerçek aşk’ı arayan; huysuz, sıkılgan, mutsuz ve ‘aylak’ bir adamdır. Romanın konu edildiği bir yıl boyunca C.’nin başından iki aşk macerası geçer. İlkinde üniversite öğrencisi ‘süssüz, sade’ Güler’den umduğunu bulamayan C., yaz aylarında gittiği pansiyonda karşılaştığı eski sevgilisi ‘ressam ve kişilikli’ Ayşe ile de olaylı bir aşk süreci yaşar. Aylak Adam, aradığı ve tek tutamak olarak gördüğü gerçek sevgiyi, o kadını ararken aslında sürekli O'na teğet geçmektedir. Yolda, tramvayda ya da kumsalda çok yaklaşmakta; fakat O'na erişememektedir. “ Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi , pırıl pırıldı. Herkesin, “- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın! „ —Kitaptan

9 Ocak 2015 Cuma

103-ANAYURT OTELİ-YUSUF ATILGAN-08.01.2015

Anayurt Oteli'nin yazarı Yusuf Atılgan’ın, daha sonra anlattığına göre Manisa’da bir Anavatan Oteli varmış ve her gittiklerinde, ailesiyle orada kalırlarmış. Oteli de Zebercet Efendi ve oğlu işletirmiş. Merdivenin altında oturur gelenin gidenin kaydını tutarlarmış. O zaman, önünden gelip geçtikçe, merdiven altında oturan bu adamın nasıl bir hayatı olabileceğini düşünmüş Yusuf Atılgan. Anayurt Oteli'nde, bize ilk önce Zebercet’i tanıtarak başlıyor. Az rastlanır bir isim. Zebercet kayıt alıyor ve otelde, Zebercet adında birinin hiç kalmadığını düşünüyor. Gerçek bir ''‘Zebercet'' den esinlenmiş yazar, ama bu durumda bu tuhaf ismin karaktere çok uygun olduğunu düşünüyorum. Karakter sanki duvarlarla etrafındaki toplumdan ayrılıyor. O kadar yalnız ki, bu yalnızlığı çevresinde devam eden hayattan dışlanmış olmaya kadar ilerliyor. Bu halde, tanıdık olmayan bu tuhaf isim, yabancılaşmış bu karaktere çok yakışıyor. Romanda en çok ön plana çıkan karakterin yalnızlığı ve anlatılan yalnızlık olunca da, hem mekanın otel olması bu yalnızlığı vurguluyor hem de belki büyütüyor. Zebercet kendi rutini içinde sıkışmış bir adam. Her sabah kalkıp aynı şeyleri yapıyor, aynı günü tekrar tekrar yaşıyor. Ona arkadaşlık ediyor sayılabilecek tek kişi yarım akıllı temizlikçisi ama O'nunla bile aralarında bir iletişim yok. Otel ise yaşıyor. İnsanlar gelip gidiyor, insanların hayatlarında ''Otel'' sadece bir ''Ara'', ''Geçiş'' iken Zebercet’in hayatı bu ''Aralık'' da sürüp gidiyor. İnsanlar hayatlarını yaşarken Zebercet bir kenarda (merdivenin altında) durup seyrediyor. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın da bu geçen hayatlardan, dışardan bakıldığında en çekici görüneni... Yetişkin bir erkek olarak Zebercet yalnızlığına arkadaş, güzel bir kadının hayallerini ediniyor. Kendi hayatı bir yere gitmediği için, sürekli o aralıkta durupdurduğu için, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının ikinci kez gelmesini beklemek O'na bir amaç oluyor; hayatının ilerlediğini anlamasını, yaşadığını hissetmesini sağlayacak bir olay haline geliyor. Zebercet’in bekleyecek birşeyi oluyor. Bu şekilde kendine, rutinini bozacak bir iş de ediniyor. Kadının, odasını bıraktığı gibi bulmasını sağlamak... Çok mantıksız bir hareket elbette, kimse terkettiği otele ikinci kez geldiğinde daha önce kaldığı odada bıraktığı iki sigara izmaritini, yarım bardak soğuk çayı bulmak istemez. Ama bu, Zebercet için bir tören oluyor. Kadının dönmesini sağlamak için yapabileceği hiç bir şey olmadığını düşünmek istemiyor ve bu yüzden kendince, eğer ''Odayı olduğu gibi korur'' ise kadının döneceğine inanıyor. Fakat çay bardağının kırılması Zebercet’in kendine koyduğu bu törenimsi, batıl kuralların bozulma noktası oluyor. Bardakla birlikte Zebercet de kırılmaya başlıyor. Karakter antisosyal. Bunu kırmaya da çalışıyor ama dışarıdaki hayata karışamıyor. Kafası karışık. Ne beklediğini de bilmiyor. Horoz dövüşünde tanıştığı çocuğun samimiyetini nasıl yorumlaması gerektiğini bilemiyor. Yalnız kalmak istemiyor ama yemek yerken masasına oturmaya çalışan adamı da çok katı reddediyor. Bu belki de hayata hep aralıktan bakıyor olduğu için. Asla sağlıklı bir şekilde tatmin edemediği cinsel dürtüleri Zebercet’in kafasını çok daha fazla karıştırıyor. Temizlikçisi ya da sinemaya gittiği çocuk, otele sürekli gelip giden fahişe.. Bunlardan hiç biri, öğretmen kadının kocasına söylediği ''Nasıl da seninim!'' cümlesinin içerdiği birliktelik hissini uyandırmıyor. O kadar yalnız ki, böylesine ''Beraber olma''nın nasıl bir şey olacağını düşünemiyor bile... Bunun simgesi olarak da gecikmeli Ankara treniyle gelen kadını buluyor kendine. Hayalini putlaştırıyor, çünkü asla elde edemeyeceği şeylerin hepsini kadına yüklüyor ve eğer kadın tekrar gelirse kafasındaki düğüm çözülecekmiş gibi hissediyor. Eksikliğini çektiği herşeye dönüşüyor kadın ve kadından geriye kalan sadece bir havlu. Köyden havluyu almaya gelen adamlarla da ortaya bir ip çıkıyor. Kitabın arkasında “Ne ölü, ne sağ bir yaşam.” diye başlayan bir tanıtım yazısı var. Zebercet’in içinde yaşadığı ''Aralığı'' çok iyi tanımlıyor bence... Kitap bilinç akışı şeklinde yazılmış ve düşünceleri bile derli toplu olmayan, kendi varlığının çok da bilincinde olmayan bir karakteri, O'nun kafasının içini okura göstererek anlatmak, okuru, karakterin iç dünyasına çok sağlam bir şekilde sokuyor. Karakterin yabancılaşmasını çok iyi hissediyoruz. Kendi elleriyle boşalttığı otelin fişlerini doldurması gerektiğinde, 1 numaralı odaya kendi adını yazıyor Zebercet... Çünkü otelde o zaman kadar hiç ''Zebercet'' kalmamış ve bardak da kırıldığına göre, gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın tekrar gelmeyecek.

6 Ocak 2015 Salı

102-TESLA-ZAMANIN ÖTESİNDEKİ DEHA-MARGARET CHENEY-06.01.2015

Adı Edison veya Marconi kadar bilinmese de Nikola Tesla gelmiş geçmiş en büyük mucitlerden biri, hatta birincisi kabul ediliyor. Sırp asıllı, Hırvatistan doğumlu ve ABD vatandaşı olan bu dâhi sayesinde bugün ışıl ışıl aydınlanan kentlerde yaşıyoruz. Ama insanlığın Teslaya borçlu olduğu şey bununla sınırlı değil tabii. Gerçekten zamanının çok ilerisinde yaşayan bir bilim insanı olan Tesla patentinin Marconiye değil kendisine ait olduğunu ancak ABD Yüksek Mahkemesi kararıyla kanıtlayabildiği radyodan televizyona, robotlardan telsiz haberleşmesine, bilgisayardan füzelere kadar bugün gündelik yaşamımızda yer alan pek çok şeyin mucidi veya fikir babasıdır. Kendisine ait bir evi olmayan, otellerde yaşayan, hiç evlenmeyen ve en iyi dostu ünlü yazar Mark Twain ile güvercinler olan Tesla yirminci yüzyılın ilk yarısında sayısız icat yaptı. Ancak bunları ticari ürüne ve kendisi için bir gelir kaynağına dönüştürmeyi pek umursamayınca inanılmaz buluşları Edison veya Marconi gibi açgözlü tüccar mucitler tarafından çalındı. Ne yazık ki bugün onların adı Tesladan daha çok biliniyor. Hayallerine bugün bile ulaşılması zor görünen Tesla İkinci Dünya Savaşının ortasında, 1943te öldüğünde çalışmalarını yakından izleyen FBI bütün araştırma notlarına, yayımlanmamış makalelerine el koydu. Daha sonraki yıllarda nükleer teknolojinin geliştirilmesinde ve uzay çalışmalarında değerlendirildiği söylenen bu belgeler üzerinde hâlâ incelemeler sürüyor.