22 Temmuz 2013 Pazartesi

38-AHMET HAMDİ TANPINAR-HUZUR 22.07.2013

HuzurAhmet Hamdi Tanpınar tarafından yazılmış roman22 Şubat 1948 - 2 Haziran 1948 tarihleri arasında Cumhuriyet Gazetesi tarafından tefrika edilmiş, 1949 yılında da kitap olarak tek cilt halinde basılmıştır. 1949 yılından 2004 yılına kadar on üç kez basımı yapılan Huzur, en son Dergah yayınları tarafından yayınlanmıştır.
Tanpınar, Dr Tarık Temel'e ithaf ettiği 391 sayfalık romanını, 1939'da İstanbul'da Mümtaz karakteri çerçevesinde kurar. Romanda sevgilisi Nuran'a kavuşma - kavuşamama gelgitleri yaşayan, İkinci Dünya Savaşı'nın her an patlayacak olması korkusuyla tetikte bekleyen, Cumhuriyet sonrası kültürü red ya da kabul ikilemleri yaşayan, sorunlu bir kuşağın temsilcisi olan Mümtaz; ana hatlarıyla varoluş sorununa çare arayan bir İstanbulludur.
Bir çocuklu dul Nuran, Mümtaz'ı seven ama toplum baskısı ve dedikodulardan bunalmış, yeni cumhuriyetin hayatına pek de olumlu katkısı olmadığı aşikar, sonuçta topluma karşı yenilen ve sevgisini yokedip, Mümtaz'la evlenmekten vazgeçen, kitabın ana kadın kahramanı.
Okuyucunun bu romanda hem Mümtaz, hem de Nuran karakterleriyle özdeşleşmesi çok kolay. Zira yazılışından tam 57 yıl geçse de, Türkiye Cumhuriyeti'nde benzeri toplumsal sorunların üstesinden gelmek hemen hemen hiç mümkün olamadı. Ne Doğu'yu, ne de Batı'yı tam olarak bilen yeni yeni kuşakların hayata eklendiği de düşünülürse bu kitabın güncelliği hala taze, mesajları ve arayışları hala güncel.
Huzur'un gizli kahramanı Suat diyebiliriz. Suat, melek mi yoksa şeytan mı olduğu pek de bilinmeyen, kitapta verilen ipuçlarına bakarsak kolayca şeytan olduğunu iddia edebileceğimiz bir kaybeden. İşte o kaybeden, Cumhuriyet sonrasının harcanmış kuşaklarını çok iyi sembolize ediyor. Suat metaforu, toplumda 2.9 milyon memur hariç hiç kimsenin iş güvencesinin olmadığı, üniversite eğitimin neredeyse tamamen işlevsiz olduğu, ne üniversite okuyana ne de okuyamayana istihdam yaratılamayan Türkiye'de herkesin korkulu rüyası. Sonunda ulaşamadığı bir şey uğruna intihar eden Suat, bu intiharıyla kitabı okuyanları çok memnun ettiği gibi, varoluş problemi çeken, yaşayan, yaratma sancıları içinde kıvranan insanlara da sonlarının hüsran olduğunu başarıyla anlatıyor.Eserde birçok sembolistin adı geçiyor.
Varolmaya çabalayan ama sonunda her biri kaybeden huzursuz bireylerin romanı Huzur yazıldığı tarihten itibaren , yazıldığı yerin insanlarının hiç değişmemiş sorunlarıyla hala toplumun en parlak aynası niteliğinde.
Roman ayrıca arka planda İstanbul'u çok güzel işlemesiyle öne çıkmaktadır. Bu anlamda en güzel İstanbul portresi çizen romanların başında kabul edilir.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

37-GERMİNAL-EMİLE ZOLA-09.07.2013

Germinal, genellikle Émile Zola'nın en iyi eseri ve Fransız edebiyatının en iyi romanlarından biri olarak gösterilir. Roman, 1860'larda kuzey Fransa'da, uzlaşmaya yanaşmayan maden işçilerinin şiddetli ve gerçek grev öyküsünü konu alır. Germinal'in, yüzün üzerinde ülkede orijinali ve çevirileri yayınlanmıştır. Ayrıca eser beş sinema uyarlaması ve iki televizyon yapımına ilham kaynağı olmuştur.


Romanın birincil karakteri, Zola'nın 1877' de yazdığı Meyhane (L'Assommoir) romanında da adı geçen, genç göçebe bir işçi olan Etienne Lantier, hayatını kazanmak için korkutucu bir maden şehri olan kuzey Fransa'daki Montsou'ya gelir. Önceki işi makinist şefliğinden kovulmuş olan Etienne orada kıdemli madenci Maheu ile arkadaş olur, sonrasında bu arkadaşlık ona kalacak bir yer ve madende kömür arabası iterek para kazanabileceği bir iş bulmasında yardımcı olur. Etienne çalışkan, idealist ancak narin bir genç portresi çizer. Ayrıca atalarından ona dikbaşlı, etkileyici ve içki etkisindeyken nefretten patlayabilme veya tutkulu hareket edebilme kabiliyetinin miras kaldığı inancına sahiptir. Zola kendi kuramlaştırmalarını arka planda yapmaya devam eder ve bunun bir sonucu olarak Etienne’in davranışları tamamen doğallık kazanır. Öyle ki Etienne, çokça aşırı sol görüşlü kitaplar okuyarak ve anarşist Rus göçmen işçi Souvarine –ki o da madenin dibinde hayatını kazanabilmek için Montsou’ya gelmiştir– ile sıkı dostluk kurarak sosyalist prensiplere kucak açar. Etienne’in sosyalist fikirleri basitçe algılaması ve bunun ondaki heyecan verici etkisi serinin ilk kitabı La Fortune des Rougon’daki Silveré direnişini andırır.
Bütün bunların yanında Etienne, Maheu’nün kendisi gibi madende çalışan kızı Catherine’e aşık olur ve bu durum onu Catherine’in kaba sevgilisi Chaval ile ilişkisinin içine çeker. Chaval, Zola’nın daha sonraki romanı La Terre’deki Buteau’nün prototipidir. Maden işçilerinin hayatlarındaki karmaşıklık, çektikleri ciddi sefalet ve zulüm, onların roman boyunca yaşam şartlarının daha da kötüleşmesi bunun sonucunda patlak veren romanın kırılma noktası Etienne'in liderlik ettiği grevle gözler önüne koyulur. Souvarine’in zarar vermeye yönelik, yıkıcı girişim taleplerine rağmen madencilerin ve ailelerinin kendilerini geri çeken tutumu, yoksulluklarının daha da artmasına ve dehşet verici boyutlara ulaşmasına sebep olmuş; ani bir kıvılcımla ortaya çıkan, Zola’nın bütün çıplaklığıyla ortaya döktüğü ve belleklere kazınacak şekilde tasvir ettiği kalabalık sahneleri içeren acımasız başkaldırıları, romanın grev başlangıcından itibaren o ana kadarki bütün ağır ilerleyişini bir anda tepetaklak etmiş ve akışı romanın sonuna kadar aynı hızda tutabilmiştir.
İsyancılar polis ve askerler tarafından şiddetli ve acımasızca bastırılır, bu özellikle Maheuler için çok dramatik boyutlara varır. Bütün hayalleri ve umutları yok olmuş bir durumda işçiler grevden vazgeçerler ve çalışmaya geri dönerler ancak anarşist duygularına gem vuramayan Souvarine madene sabotajda bulunur, sonucunda ise içlerinde Catherine, Chaval ve Etinenne’in bulunduğu bir grup işçi madenin dibinde mahsur kalır. Bunu izleyen drama ve uzun süren kurtarma sahnesi Zola’nın en başarılı anlatımlarından biridir ve roman çok dramatik bir sonla biter.
Germinal kelime olarak ürün ve bereket anlamına gelmektedir. Zola romanın sonunda sosyalist ve yenilikçi görüşlere yönelik bir umut verir. “Şimdi, nisan güneşi, toprağı ısıtıyor, vadilerden hayat fışkırıyor, tomurcuklar patlıyor, ekinler yükseliyordu. Her yandan tohumlar şişiyor, uzuyor, toprağı deliyordu. Ve arkadaşlar, tekrar tekrar, sanki yüzeye yaklaşmışlar gibi daha berrak bir şekilde vuruyorlar vuruyorlardı. İnsanlar yetişiyor, kara kin dolu bir ordu, bir asır sonraki hasada hazırlanıyor, tohumlarını patlatıyordu.” Zola’nın ölümünden sonra Germinal, tartışmasız onun en iyi eseri olarak atfedilmiştir. Cenazesinde işçiler toplanmış ve “Germinal! Germinal!” diye bağırmışlardır. O zamandan itibaren kitap çalışma şartlarını sembolize eder duruma gelmiş ve madenci sınıfı kültüründe önemli bir kilometre taşı olmuştur.
Zola her zaman Germinal eserinden çokça gurur duymuştur ve çok ciddi bir şekilde muhafazakar kesimden gelen abartı eleştirileri ile sosyalist kesimden gelen kötülemelere karşı göğüs germiştir.

36-PAL SOKAĞI ÇOCUKLARI--FRENK MOLNAR 18.06.2013

Pal Sokağı Çocukları (MacarcaA Pál utcai fiúkMacar yazar Ferenç Molnar tarafından yazılan ve ilk baskısı 1906 yılında yayımlanan bir çocuk kitabıdır.
Öykü, 20. yüzyılın başında hızla gelişen Budapeşte'de, oyun sahalarını (ArsaKızıl Gömlekliler denen zengin çocuklarından korumaya çalışan yoksul çocukların savaşımını anlatır.
Kum torbalarıyla yapılan savaş aralarında en küçükleri, en zayıfları olan Erno Nemeçek'in kendisini feda etmesiyle sonuçlanır. Daha önceden diğer çocuklar tarafından hain olarak adlandırılan ve adı büyük harf kullanmadan yazılan Nemeçek savaştan sonra zatürreden ölür.
Kitap dünya çapında en ünlü Macar romanı olmuştur. Birçok dile çevrilen kitabın bazı ülkelerde (Birleşik Krallık ve İtalya gibi) okullarda okunması zorunludur. Erno Nemeçsek, çocuk edebiyatının Oliver Twist ya da Tom Sawyer gibi ölümsüz kahramanları arasına girmiştir.
Öykü herhangi bir yerde, herhangi bir yaşta geçebileceğinden dünya üzerinde heryerde çok kolaylıkla okunabilmektedir. 2006 yılında 11 yaşındaki Macar öğrenci Dani Bodnar okul ödevinde Erno Nemeçek'in kendini feda etmesini şöyle anlatır: "Kendimi çok kötü hissettim. Niye Arsa için savaşmak zorunda olduğumuzu düşünüyordum. Çünkü orası bizim ülkemizdi, bizim oyun sahamız, öyle bir yer ki ateşler içinde olsak bile uğrunda savaşmalıyız. Arsa bize göre bizim vatanımızdı çünkü." Kitaptaki kahramanlardan Çele zarifliği ile meşhurdur. Ders kitaplarını sayfalara ayırarak okula yalnızca o gün gerekli olan kısımları götürür.

35-KÜRK MANTOLU MADONNA-11.06.2013

Romanın baş karakterleri Maria Puder ve Raif Efendi'dir. Raif Efendi içine kapanık, melankolik ve dış dünyaya uyum sağlayamamış bir karakterdir. Hayatı boyunca birçok şeye boyun eğmiş, haksızlığa uğradığında bile buna karşı koyamamıştır. Sevmediği bir kadınla evlenmiştir, bir ailesi vardır. Kendi hayatına kendi yön verememiş, başkalarının istediği bir insan olarak hayatını sürdürmüştür. Hayatında gerçekten yaşadığını hissettiği sadece bir anısı olmuştur ve bunu günlüğüne aktarmıştır.
20'li yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin'de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak aşık olur. Bu tablo onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif Efendi tablodaki portrenin, Andrea Del Sarto tarafından yapılmış "Madonna delle Arpie" isimli tablodaki Madonna'nın portresine benzediğini düşünür. Tabloya o kadar hayran olur ki fırsat buldukça tabloyu görmeye gider, fakat başka gözlerin onu takip ettiğini farketmez. Artık ritüel halini alan bu tabloyu seyretme seansınlarından birinde b
ir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder'dir. Maria, Raif'in tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenince ise dünyası bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değişir.
Maria'nın karakteri Raif'e göre daha dominanttır. Kendisinin bir erkek gibi özgür yetiştiğini, canı ne isterse onu yaptığını Raif'e anlatır. Hatta Raif'i de çok naif bulduğunu dile getirir. İkisi bu özellikleri sayesinde birbirlerini tamamlarlar ve uzun süren bir arkadaşlık başlar. Raif Maria'yı çok sevmektedir fakat Maria'nın kendisine olan hislerinden emin olamaz. Yine de onun her istediğini yapmaya çalışır. İkisi beraber rüya gibi günler geçirirler fakat her zaman olduğu gibi bu romanda da hikayenin sonu kötü biter. Raif Efendi de Türkiye'ye, eski kasvetli günlerine geri döner.
Yaşlanıp ölümünün yaklaştığını anladığında, bu güzel günleri kaydettiği defterinin yakılmasını genç iş arkadaşından rica eder. Genç iş arkadaşı da Raif Efendi ile ilgili bu gizemi çözmek ve onu daha yakından tanıyabilmek için defteri okur.
  • Raif: Asıl kahramandır. Raif Bey romanın genelinde kendi halinde, sessiz, sakin, ahlaklı ve sıkıntılı olduğu zamanlarda başkalarına belli etmeyen birisidir. Ancak bu sessizliğinin ardında bir kadına duyduğu sevda gizlidir.
  • Rasim: Raif Bey'in iş arkadaşı. Raif Bey'in gizemini çözmemizi sağlayan karakter.
  • Maria Puder: Yaşamın kıyısında kendi kendine debelenirken; aşkıyla içindeki tüm gizli güçleri sere serpe yaşamak isteyen; güçlü bir kadındır.
Sabahattin Ali’nin sözü her şeyi açıklıyor: ”Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!... Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”

34-DÖNÜŞÜM-FRANZ KAFKA-31.05.2013

lk olarak 1915 yılında yayımlanmıştır. Kafka'nın en popüler eseri sayılabilir. ÖyküGregor Samsa'nın bir sabah kendini dev bir böceğe dönüşmüş bulmasıyla başlar ve hayatındaki değişiklikleri anlatarak devam eder.
Gregor Samsa öykünün ana karakteridir. Ailesinin geçimi için gezici bir pazarlamacı olarak ağır bir şekilde çalışmaktadır. Bir sabah büyük bir böcek olarak uyanır.
Grete, Gregor'un küçük kız kardeşi ve dönüşümden sonra bakıcısıdır. Başlarda Grete ve Gregor'un iyi bir ilişkisi vardır ancak zamanla bu ilişki azalır. En başta onu beslemek ve odasını temizlemek için Grete gönüllü olsa da öykü ilerledikçe daha sabırsız olup, inadına ve kasıtlı bir biçimde odaya pis yemekler getirir. Keman çalar ve konservatuvara gitme hayalleri kurar. Gregor da, bu hayali gerçekleştirmek için çalışmaktaydı ve Noel arifesinde bunu açıklayacaktı. Gregor'un dönüşümünden sonra aileye gelir sağlamak için bir dükkânda tezgahtar olarak çalışmaya başlar. Öykünün başında sempatik gözüken karakter zamanla bu sempatisini kaybeder.
Gregor'un babasının Gregor'un patronuna büyük bir borcu vardır. Bu yüzden, Gregor işinden nefret etse de işinden ayrılamaz. Bay Samsa, Gregor'un çalıştığı zamanlarda tembel ve yaşlıdır. Ancak dönüşümden sonra Gregor para kazanamadığı için çalışmaya başlar.
Samsalar gelir elde etmek için birlikte yaşamak için üç kiracıyla anlaşırlar. Çok huysuz ve kirliliğe dayanamazlar. Gregor'u fark edip; olağanüstü büyüklükte bir böcek olduğuna inanırlar ve aileyi dava açmakla tehdit ederler.
Bütün Kafka çalışmaları gibi Dönüşüm de farklı şekillerde yorumlanmıştır. Stanley Corngold, "Eleştirmenin Çaresizliği" adlı kitabında 130 farklı açıklamaya yer vermiştir. Birçoğu "toplumun farklı olana yaptığı muamele" etrafında toplanmıştır. "Yaşamdan kopmanın verdiği yalnızlık ve gelecekten herhangi bir şey ummamak" da bu açıklamalar arasındadır. Yaptığı rutin işlerden memnun olmayan, ailesinin borcu nedeniyle çalışan ve onu zamanla yarıştıran bu işten kurtulmanın yolu belki de böcek olmaktır. Bazıları da öykünün insan varlığının saçmalığının üzerinde durduğunu belirterek; varoluşçuluğa gönderme yapar.

33-KÜÇÜK PRENS-Antoine de Saint-Exupéry-30.05.2013

Küçük Prens (FransızcaLe Petit Prince), Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından yazılan ve 1943'te yayımlanan hikaye. New York'ta bir otel odasında yazılmış olup; kitapta Exupéry'nin çizimleri de yer almaktadır.
Küçük Prens'te bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılır. Sahra Çölü'ne düşen pilotun Küçük Prens'le karşılaşması ile başlayan kitapta Küçük Prens'in ağzından Saint-Exupéry, insanların hatalarını ve aptallıklarını, büyüdükleri zaman unuttukları basit çocuk bakışını vurgular.
Küçük Prens ve Exupéry'nin resmi Fransa'da, 50 franklık banknotların üzerine basılmıştır.

32-KARILAR KOĞUŞU-KEMAL TAHİR-29.05.2013

Kemal Tahir, ölümünden sonra yayımlanan romanı Karılar Koğuşunda Malatya Cezaevi deneyimlerini, İkinci Dünya Savaşı yıllarının Türkiyesini anlatmak için kullanır. Türkiye, İkinci Dünya Savaşına katılacak mı? Katılacaksa Almanların yanında mı müttefiklerin yanında mı yer alacak? Savaşın belirsizliği, insanları daha büyük bir sefalete sürüklerken Murat, mahkumların seslendikleri biçimiyle İstanbullu, hapis hayatının zorlukları içinde, giderek bayağılaşan, bayağılaştıkça her şeyi yapabilen insanların yaşamına tanık olur. Bu tanıklık, "kötü yola" düşmüş kadınların, cezaevine gelmesiyle yeni bir biçim kazanır. "Ahlak ve namus kavramları, para ve güç karşısında elden ele gezer bir haldeyken tutuklu olmakla özgür olmak arasındaki fark nedir?" diye sorar kendi kendine Murat. İdama mahkum edilen Hanım, Malatya Genelevinden gelen Tözey, Gardiyan Şefika ve küçük mahkum Aduş... Her birinin birbirinden farklı hikayesi, Muratın sorgulamalarıyla birlikte, okura, Anadolu kadınının hapisanede de bitmeyen çilesini anlatıyor.

31-KELLECİ MEMET-KEMAL TAHİR-23.05.2013

Kelleci Memet’te, Kemal Tahir, 1940′larda Çankırı Cezaevi’nde tutuklu bulunan, ağasını “yanlışlıkla” vurmuş, on beşindeki Kelleci Memet’in hikayesini anlatır. Kemal Tahir’in, bu büyük dil ustasının Memet’in hikayesi üzerinden anlattığı hep aynı insandır: Cinci Nezir’iyle, Şeker Emin’iyle, Terzi Bekir’iyle tüm bir ezilmiş, yok sayılmış, eğitilmemiş; hem kurnaz ve masum, üstelik alabildiğine şenlikli insanımız…

30-BOZKIRDAKİ ÇEKİRDEK-KEMAL TAHİR-17.05.2013

Türk eğitim tarihinin en orijinal girişimlerinden biri olan Köy Enstitüleri, üzerinde konuşulması ve yazılması tabu sayılan konulardan birisidir bir bakıma. Kemal Tahir, “Bozkırdaki Çekirdek”te, diğer romanlarında da yaptığı gibi bu tabuyu yıkmaya çalışarak Türk toplumunun Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanırken bazı devrimleri yukarıdan aşağıya uygulamak zorunda kalışını gözden geçirir. Nisan 1965′te Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen “Bozkırdaki Çekirdek”, dünya eğitim tarihinde de reform olarak değerlendirilen Köy Enstitüleri’ni anlamamıza da yardım edecek bir Kemal Tahir klasiği…

29-RAHMET YOLLARI KESTİ-KEMAL TAHİR 10.05.2013

Kemal Tahir bu eserinde uzun yıllar Türk edebiyatını meşgul eden eşkıyalık olgusuna başka bir açıdan bakar. Ağalık sisteminin eşkıyalıkla yoğun ilişkisini ve bunun giderek bir zorbalığa dönüştüğünü, halk arasında eşkıyalığa duyulan hayranlığın aslında çaresizlikten kaynaklandığını söyler. Kendi düzenini kurmuş eşkıya eskisi iki ağanın genç yaşta bir kızı kaçırmak için tezgahladığı oyunlar ve uzun, yağmurlu bir kış gecesinde meydana gelen olaylar hem
eşkıya-ağanın hem halkın hem de zulme uğrayanların gözünden olanca canlılığıyla anlatılmıştır.

28-YOL AYRIMI-KEMAL TAHİR-05.05.2013

Kamil Bey de Anadolu’da serbesttir artık… Türkiye’yi kuşatan bir “serbest”lik rüzgarı esmeye başlar zamanla. Bu serbestlik, değişen ya da değişmiş gibi görünen insanların maskelerini birer birer düşürürken, İstanbul’da hayat giderek zorlaşır. Kamil Bey, yıllardır özlemini duyduğu biricik kızı Ayşe’ye kavuşmaya çalışırken, Kurtuluş Savaşı’nda yüz binlerce insanın kanıyla kurtulan vatan, artık demokrasi mücadelesi vermektedir. Serbest Fırka’nın kuruluşu, Darülfünun’da meydana gelen ayaklanmalar, İstanbul sokakları ve tarihin derinliğinde kalan ayrıntılar… “Yol Ayrımı”, savaştan zaferle çıkmış bir milletin demokrasi yolunda attığı bebek adımlarının izdüşümlerini aktarıyor okura.

27-DEVLET ANA-KEMAL TAHİR-30.04.2013

“Devlet Ana”, Osmanlı Devleti kurulmadan önceki Anadolu’nun görünümünü ve Anadolu insanının özlemlerini anlatırken, onların güçlü, güvenli, adaletli bir devlete duyduğu ihtiyacı da açığa çıkarmaktadır. Kemal Tahir’in en önemli romanı olarak gösterilen “Devlet Ana”, onun düşünce yapısını da en iyi yansıtan eserlerinden biri sayılmaktadır. 

26-BÜYÜK MAL-KEMAL TAHİR-25.04.2013

büyük mal romancinin, yedicinar yaylasi ile baslayip köyün kamburu ile süren üclüsünün son kitabıdır. osmanlı imparatorlugunun son dönemiyle, türkiye cumhuriyeti'nin ilk yillarinda çorum yöresi köylerinde gelisen olaylari anlatan bu üclemede kemal tahirin çorum halk diline hakimiyeti ve diyalog kurmadaki yetisi inanilmaz.
büyük mal bir dönemi anlatırken asıl olarak dağlar padişahı sülük beyin analığı emey hatun karakteri altında anadolu insanını tüm klişe yaklaşımları bir kenara bırakıp yiğitliklerini hırslarını ihanetlerini cinsellikleriyle birlikte harmanlayıp ortaya koyan kemal tahir klasiğidir.

bir parça aktaralım:

"[...] işte bu yakup cemil bey akşam yemeğinden sonra beni çekti tenhaya… ‘beri bak sülük bey, seni sordum soruşturdum, gayet yiğit olduğunu öğrendim. kulağını aç iyi dinle, gözünü aç, çünkü uyuklamanin sırasi değildir. padişah fermanı ve de enver paşamızın emridir. ermeninin ingilizle ve de moskofla sözü bir ettiği anlaşıldı. bunların niyeti ingiliz alttan, moskof üstten vurup osmanlıyı kötületip sürüp geldiklerinde ‘bre urun’ diyerekten bir gece apansız müslümana saldırıp bizi bire kadar doğramaktır. bu sebeple hükümatımız bunlara ’sür emri’ çıkaracaktır. hükümat kısmı hükümat olduğundan ancak sür emri çıkarabilip “vur emri” çıkaramamaktadır. gerisi burda sizin gibi yiğit türklere ve de dini bütün müslümanlara kalmıştır. bunlar arabistana doğru sürülecektir. hükümatımızın zaptiyesi savaş sebebiyle gayet azdır. çogu çaptan düşmüş kocalardır. vatan düşmanlarının yolda şuraya buraya dağılmasi ihtimali vardır. ayrıca dağdaki ermeninin gelip vurup kurtarmaya çabalaması hartada yazılıdır. milis gücü kursanız, yetersiz zaptiyeyi destekleseniz gerektir. allaha şükür çorum’umuzda boğaz kıtlığına kıran girmemiştir. sıklık boğazımız, hışır boğazımız, harami boğazımız, hele de kırkdilim boğazımız gibi boğazlarımız vardır. bunlar girilmesi kolay çıkılması zor boğazlardır. hükümat kısmının sürgün zagonunu kendiniz bilmez değilsiniz. “malı senin, canı senin, ırzı bile senin, bir kemiği benim, o da meydanda kalirsa” hesabıdır. ben seni gayet yiğit gördüm ve gayet temiz türk oğlu türk ve de dini bütün müslüman oğlu müslüman gördüm. savaşa girmeyen ve de gavur kırmayan gaziliği elde edebilemez. ne mutlu sizlere ki, hükümatımızın sürgün zagonu yetişmekle gaziliği cebe indirmektesiniz. göreyim seni, dünyanin yüzünden ermeni adını silesin, bu dunyada padisahimizin gayret nişanını göğsüne takınıp salınasın ve de öte dünyada cennetin baş köşesindeki gaziler köşküne yanlayıp keyfine bakasın…”

25-KÖYÜN KAMBURU-KEMAL TAHİR-15.04.2013

kahramanlarindan muhtar kadir aganin tabiriyle "ingiliz duzenbazligi" sayesinde, domuz calik olarak anildiği koyde bir sure sonra herkesin saygi duydugu calik hafiz aga olabilmis bir adamin hayatinin kirk yasina kadarki kesitinin anlatildigi roman. devami niteligindeki roman "buyuk mal"dir. koy agziyla harika konusmalarin gectigi, bol bol gulduren, eglenceli bir kitap.

24-YEDİÇINAR YAYLASI-KEMAL TAHİR-05.04.2013

Tanzimat reformu öncesinden Birinci Cihan Harbine kadar olan dönem içinde Çorum Kasabası'nda yaşanan olaylar, halkın gerek beyinden gerekse fukarasından kahramanalar yaratılarak hikaye ediliyor. Romanın tamamı sanki en sonunda bağ evide Davavekili Cevdet Bey'le Cöntürk sürgünü Seyfettin Bey araındaki konuşmaları daha manalı yazmak için kaleme alınmış. Romanda Çorum Kasabası, Yediçınar Yaylası ve Narlıca Köyü etrafında (Köyün Kamburu'ndaki hikayenıin büyük bölümü Narlıca Köyü'nde geçtiği için o kitapta köyü ve insanlarını daha iyi tanıma fırsatı bulacaksınız.) yöreyi, insanlarını, insan ilişkilerini tanıtırken, insani zaafları ve bunların insana neler yaptırdığını da çok güzel hikaye etmiş. Kemal Tahir'in bütün romanlarına hakim olan Anadolu insanı merkezli bakışı ile, bütün bu süreçte hiç değişmez olan coğrafyanın yüzyıllardır süregelen kuralları Anadolu insanının gözünden anlatılır. Romanda o dönemde iyice zayıflayan Osmanlı Devlet gücünün nasıl bir despotik idareye dönüştüğü ve halkın bu durumdan kendisini nasıl olabildiğince kurtarmaya çalıştığı, osmanlı devlet yöneticilerinin, halkla varolan ilişkileri ortaya dökülerek incelenir.

Kahramanlar[değiştir]

  • Dilaver Ağa: Osmanlı Devlet düzeninde Başıbozuk Paşası olarak tabir edilen ve asker kökenli olmayan (padişahın muhtemel bir ayaklanmayı sonlandırmak için paşa olarak tanıdığı tipten) Çorum Paşasıdır.
  • Çakırların Halil Ağa: Bölgede Dilaver Ağa gibi sözü geçen bir başka şahıs. Çorum Ayanı olarak atanmış ve bölgede devlet için vergi toplama işlerini yürüten kişi.
  • Kara Cehennem Ağa: Dilaver Ağa'nın celladı ve kötü işlerinin takipçisi.
  • Abuzer: Çorum Kasabasına ihtiyar anası, ilk karısı Fati ve ikinci, genç, güzel ve "verimkâr" eşi Emey ve tabi oğlu Sülük'le gelen, önce kendini dil bilmez bir garip olarak tanıtan ve Çakırların Ömer Efendinin yardımı(!) ile onun ahırına sığınan ve zaman içinde hem kurnazlığı hem de genç karısı Emey'i menfaatini umduğu ve bulduğu herkesle paylasması sayesinde "Kavat"lıktan beyliğe evrilen şahıs.
  • Emey Hatun: Abuzer Efendinin 2. eşi, aynı zamanda Çakırların Ömer Efendinin ölümü sonrasında genç oğlu Çakırların Kenan'ı yoldan çıkartmasına yardımcı olan, dişiliğini kullanarak önce Yediçınar Yaylasını "Kavat" Abuzer Ağaya bağışlatan ve zaman içinde güzelliğini, fettanlığını ve erkekleri ayartmasını -tabi kocasının bilgisi ve yönlendirmesi ile- kullanarak "Kavat Abuzer"i Yayla Beyi Kara Abuzer Ağa" yapan kadın. Özellikle üçlemenin üçüncü kitabı olan "Büyük Mal"ın Yayla Padişahı Sülük Beyi ile baş kahramanı.
  • Deli Elvan: Köyün hiçbir baltaya sap değilken, zamanla işi muhabbet tellallığına dökmüş kişisi.
  • Uzun İmam Efendi: Narlıca Köyünün imamı ve akıl hocası. (Serinin ikinci kitabı daha çok Narlıca köüyünü hikaye ettiği için İmam Efendi!yi daha yakından tanıma fırsatı buluyoruz.)

23-SAVAŞ VE BARIŞ-TOLSTOY-03.04.2013

Napolyon döneminde gecen Rusya ve Fransa arasındakı çekismeli savaşı anlatmasının yanında saray hayatı ve saray insanlarının bulundukları konumlardan nasıl değişikliğe uğradıgı da anlatılmaktadır.

22-KÖRDUMAN-KEMAL TAHİR-01.04.2013

kemal tahir'in 1955'de yazdığı sağırdere adlı romanının devamı olan, 1957'de yayınlanan gerçekçi bir romanıdır. mustafa, pelvan yakup, ayşe, fadik, topal ismail ana kahramanları olup, ılgaza bağlı bir köyde geçen ve anadolunun 1950lerde nasıl bir kültürel motife sahip olduğunu gerçrekçi şekilde ortaya koyan bir romandır.

21-BABALAR VE OĞULLAR-TURGENYEV-23.03.2013

Romandaki baba ve oğul karakterleri iki Rus jenerasyonu arasındaki artan bölünmüşlüğü, Yevgeniy Bazarov ise nihilist görüşleri ve eski düzen karşıtlığı ile “ilk Bolşevik” leri temsil eder.
Turgenyev, Babalar ve Oğullar’ı 1830’ların liberalleri ile güçlenen nihilist hareket arasında artış gösteren kültürel hizipçiliğe tepki olarak yazdı. Her iki akım da Rusya’da batı kökenli sosyal değişimin arayışı içersindeydi. Ayrıca, bu iki düşünce tarzı Rusya’nın istikbalinin kilise etkisindeki geleneksel yörüngede devam etmekte olduğuna inanan Rus-Ortodoks görüş ile çelişmekteydi.
Babalar ve OğullarRus Edebiyatı’nın tam anlamıyla yazılmış ilk modern roman örneği olarak kabul edilebilir (Bir diğeri Gogol'un Ölü Canlar isimli eseridir fakat bu eser zaman zaman şiirsel veya Dante'nin İlahi Komedya’ sında ki gibi destansı nesir olarak kabul edilmiştir). Roman, Bazarov’un ve Arkadi’nin duygusalığa başkaldırılarındaki aşamalı çöküntülerinde ve özellikle Bazarov’un Mamade Odintsova’ya ve Fenichka’ya olan aşkında görüleceği gibi çift karakter çalışması ortaya koymaktadır. Tolstoy ve Dostoyevski’nin romanlarında açıkca taklit edildiği gibi bu göze çarpan karakter ikilemi ve derin psikolojik tahliller birçok büyük Rus romancının yetişmesinde etki göstermiştir.
Roman, aynı zamanda batı dünyasında şöhret kazanan ilk Rus edebiyat çalışmasıdır, sonuçta Gustave FlaubertGuy de Maupassant ve Henry Jamesgibi otorite sayılabilecek romancılardan genel kabul görmesi Rus Edebiyatının, Turgenyev’e çok şey borçlu olduğunun göstergesidir.

Ana Karakterler[değiştir]

  • Yevgeniy Vasilyiç Bazarov – Nihilist bir fen bilimleri öğrencisi, doktor olmak için çalışmaktadır. Ailesinin, gelenekçi Rus-Ortodoks görüşlerine ve Kirsanov’un ağabeyinin liberal düşüncelerine meydan okuyan Bazarov, nihilist düşünceleri ile Arkadi’nin akıl hocalığını yapmaktadır.
  • Arkadi Nikolayeviç Kirsanov - St. Petersburg Üniversitesi’nden yeni mezun ve Bazarov’un arkadaşı olan Arkadi de bir nihilisttir. Her ne kadar görüşleri Bazarov’a olan hayranlığından kaynaklanıyor gibi görünse de aksine kendi çıkarımlarıdır.
  • Nikolay Petroviç Kirsanov – Arkadi’nin babası, mülk sahibi ve liberal demokrat birisidir. İlk başlarda soylu biri olmayan Fenichka’ya olan aşkını itiraf etmekten utanmaktadır, fakat daha sonra pratikte nihilistler tarafından sahneye koyulan örneklerle ve ağabeyinin onayıyla Fenichka ile evlenir.
  • Pavel Petroviç Kirsanov – Nikolay Petroviç Kirsanov’un ağabeyi olan Pavel, aristokratik iddialara sahip bir burjuvadır. Soyluluğu ile gurur duyan Pavel aynı zamanda ağabeyi gibi bir reform yanlısıdır. Nihilizme karşı kerhen toleranslı davranmaya çalışsa da, Bazarov’a olan nefretinin önüne geçememektedir.
  • Vasilyev Ivanoviç Bazarov – Bazarov’un babası, emekli bir askeri hekim ve küçük çaplı bir derebeyi. Eğitimli ve kültürlü biridir, bununla beraber kırsal bölgede bir nevi tecrit hayatı yaşadığı için birçok kişi gibi modern düşüncelerden uzaktır. Nitekim geleneklere olan sadakatini muhafaza etmekte ve Allah’a olan bağlılığını açıkca beyan etmektedir.
  • İrina Vasilyevna Bazarova - Bazarov’un annesi. Geleneklere çok bağlı tipik bir 15. yüzyıl Moskova aristokratıdır. Efsanevi ve gerçek dışı hikâyelerin takipçisi dindar bir Ortadoks Hristiyandır. Çocuğuna karşı derin bir sevgi duymaktadır fakat oğlunun mukaddesatı reddetmesi karşısında dehşete düşmektedir.
  • Anna Sergeyevna Odintsova – Varlıklı bir dul olan Anna, nihilist arkadaşlarını malikanesinde ağırlamaktadır. Bazarov’a aşıktır fakat içine düşebileceği duygusal karmaşadan korktuğu için aşkını itiraf edememektedir. Bazarov’a olan aşkı, Bazarov’un nihilist düşüncelerine meydan okuma ve yerleşik düzenin dışına çıkma anlamına gelmektedir.
  • Katya Sergeyevna Lokteva – Anna’nın kardeşi, Arkadi ile benzer kişiliğe sahiptir. Ablasının yanında konforlu bir hayat sürmektedir fakat özgüven eksikliği vardır, sonuç olarak ablasının gölgesinde kalmıştır. Bu çekingenlik Arkadi ile birbirlerine duydukları aşkın geç anlaşılmasına sebep olmuştur.
  • Feniçka – Nikolay Petroviç Kirsanov’un aşık olduğu hizmetçisidir ve Nikolai’dan gayr-i meşru bir çocuğu vardır. Farklı sosyal tabakalara ait olmaları, Nikolay Petroviç Kirsanov’un bir önceki evliliği ve geleneksel baskılardan ötürü evlenmelerinde bir takım engeller vardır.
  • Victor Sitnikov – Bazarov’un popülist fikirleri savunan popülist grublara katılan kendini beğenmiş, züppe bir arkadaşı.
  • Pierra - Nikolay Petroviç'in malikanesinin uşağıdır.İşlerle pek ilgilenmez Bazarov'u çok sevmiştir.Gitar çalmayı bilmez.

Günah ve Kefaret[değiştir]

Tipik bir nihilist olan Bazarov ile 1840’ların tipik bir liberali olan Pavel arasında nihilizmin doğası ve Rusya’ya olan faydası üzerine geçen ve “babalar (1840’ların liberalleri)” ile “oğullar (nihilistler)” olarak temsil edilen tartışmalardır. Bazarov’un deyimi ile: “Aristokrasiliberalizm, terakki ve ilkeler” bir sürü yabancı ve kullanışsız kelimelerdir.
Bazarov, Pavel’e “...içinde bulunduğumuz hayatta aileye veya sosyal tabakaya dair mutlak ve acımasız bir inkarı haketmeyen bir tane merci” göstermesi durmununda nihilizmden vazgeçeceğini söylemiştir. Bazarov, geleneksel Rusya ile özdeşleşmiş herşeyi küçümsemesine ve hafife almasına rağmen, salt bilimin hâlâ bir amacı ve değeri olduğuna inanır.

İnsani Duygular ve Bir Bedel Olarak Sevgi[değiştir]

İnsani duygular ile yüzleşmek, özellikle de Anna Odintsova'ya aşık olmak Bazarov'un nihilizmini paramparça eder. Bazarov'un nihilizmi, karşılıksız aşktan duyduğu ızdırap ile savaşmaya yetmez ve bu O'na, iddialarına sıkı sıkıya sarılacak güçte olmadığı umutsuzluğunu aşılar.
Odintsova tarafından reddedilen Bazarov ailesinin yanına döner. Bazarov, Arkadi' ye şu şekilde yakınmaktadır: " ...ailem, hayat ile o kadar meşgul ki, kendi anlamsızlıklarını bile önemsemez hale gelmişler, hiç ama hiç umurlarında değil... Ben ise... Sadece sıkıntı ve öfke hissediyorum. "Duyguları ile baş edemediği fikri O'nu derin bir üzüntüye ve hayata karşı ilgisizliğe mahkûm eder.
Ve daha sonra, genç, güzel ve mütevazi tavırları ile dikkat çeken esrarengiz Anna Odintsova ortaya çıkar. İyi bir evlilik geçirmiş olmanın ve bir süredir de genç bir dul olmanın olgunluğuna sahip olan Anna Odintsova aşırı derecede lüks ve görkemli bir konutta yaşamaktadır.Turgenyev, romanın basıldığı yıl kaleme aldığı bir mektubunda Anna'yı "Hayalimizdeki ve merakımızdaki soğuk ve genç bir epiküryan hanımın dişi asaletinde doldurduğu yerin tasviri" şeklinde tasarladığını bildirmiştir. Turgenyev'in oluşturduğu kurgular tıpkı Bazarov örneğinde olduğu gibi yazarın entelektüel tasarımıyla ortaya çıkan, karışık ve haret verici, öte yandan da yazarın hayatından parçalara ait olan figürlerdir.
İlk bakışta, özgür ve bekar bir bayan olan Anna; açık sözlü, farklı ve pek zeki olan Bazarov'dan oldukça etkilenmiş gibi görünüyor. İstemeden de olsa, kendini kadın avcısı olarak niteleyen bu adamı baştan çıkarmak yönünde sağlam adımlar atıyor ve O'nu karşılıklı olan aşkını dile getirmeye mecbur bırakıyor. Söylediklerinde tam bir samimiyete sahip olan Anna, "mutsuz" olduğunu, "peşinden gidecek" hiçbir arzusu olmadığını ve onu hayata "ya hep ya hiç" derecesinde bağlayacak kadar "güçlü bir bağ" kurmayı ne kadar çok istediğini söylüyor: " Bir yaşama karşılık diğer bir yaşam. Benimkini al, seninkini ver, pişmanlıklar olmadan, geriye dönüş olmadan. "
Ve nihayet bir süre sonra, Bazarov inadından vazgeçerek aşkını itiraf ediyor fakat Odintsova tarafından kaba bir biçimde reddediliyor. Daha sonra ise, sırf korktuğundan ötürü hakiki aşkı sunan bir şansı geri çevirmiş olabileceği için kendini suçluyor ve eziyet çekiyor. Nihai kararını veriyor; " Hayır. Allah neyi yaşatacağını bilir; kimse bu tür şeyleri hafife alıp, çocuk oyuncağı sanmamalı."
Ancak Turgenyev bizlere Arkadi ve Nikolay'yın, evliliklerinden ve kiracılara verdikleri bir çiftliği işletmekten duydukları mutluluğun, Bazarov'un kozmik çaresizliğine ve umutsuzluğuna kıyasla bir çözüm olduğunu açıklıyor (Arkadi, aslında Anna'ya aşık olmasına rağmen, Anna Odintsova'nun kızkardeşi Katya ile evleniyor). Bazarov ve yaşlılar arasındaki çatışma Bazarov'un Pavel'i bir düelloda yaralaması ile meydana çıkıyor. En sonunda, Turgenyev de Bazarov'un "hiçlik prensibini" reddediyor (Nihilist düşünce, hayatın hiçlik derecesinde önemsiz olduğunu ve ölümden sonra hiçbirşey olmadığını savunur). Bazarov, ayrıldıktan ve ailesine yanına döndükten sonra tifüs hastalığına yakalanıp ölüyor. Kitabın son paragrafında Bazarov'un mezarını ziyaret eden ailesi tasvir ediliyor.
Ağır adımlara, birbirlerine destek olarak yürüyorlardı; parmaklıklara yaklaştıklarında dizlerinin üzerine düştüler ve uzun bir süre öyle kaldılar. Oğullarının altına gömüldüğü mezartaşına gözlerini ayırmadan bakarak, acı hıçkırıklara boğuldular. Ağızlarından birkaç kelime döküldü, mezartaşının toprağını elleri ile silkelediler, bir çam ağacının dalını kıpırdatarak bir kez daha dua ettiler. Oğullarına ve tüm hatıralara kendilerini bu denli yakın hissetikleri bu mezarlığı terketmekte zorlanıyorlardı... Gerçekten tüm duaları ve gözyaşları boşa mıydı? Gerçekten de bu aşk, bu kutsal ve sadık aşk o kadar güçlü değil miydi? Hayır, imkânsız !
Sevgileri sayesinde Bazarov'u hatırladılar ve Bazarov böylece ölümün üstesinden geliyordu, ama sadece diğer insanların sevgisi sayesinde bunu başarabilmekteydi. Babalar ve Oğulları okuyan ve Bazarov karakterini oldukça takdir eden Fyodor Dostoyevski, benzer bir temayı Suç ve Ceza romanında Raskolnikov'un dine duyduğu kefaret hissini ( İsa aşkı ile ) anlatırken kullanmıştır.

20-SAĞIRDERE-KEMAL TAHİR-15.03.2013

Sağırdere”de, Kemal Tahir, hikayesini köy-kent ikilemi üzerine kurarken, yoksul köylünün küçük dünyasını olanca sadeliği ve samimiyetiyle anlatır. Çocuksu bir aşkla tutulduğu kıza kavuşamayan Mustafa’nın köye katlanamayıp Ankara’ya çalışmaya gitmesi, orada bütün zorluklara rağmen tutunmaya çalışması, kent hayatını görüp, kendini sorgulamaya başlaması, sonrasında ise değişerek köye geri dönmesini anlatan “Sağırdere”, bir yandan da naif bir aşk ve ergenlik hikayesidir. Bu pastoral roman, küçük, yoksul ama yaşam dolu dünyaların içine bizi yeniden taşırken, feodal dünyanın acımasızlığını da göz önüne seriyor.

19-KURT KANUNU-KEMAL TAHİR-11.03.2013

“Kurtlukta düşeni yemek kanundur” korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, “Kurt Kanunu”nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen “İzmir Suikasti” olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor. Esir Şehir Üçlemesi’nde taşıdığı umudu “Yol Ayrımı”nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, “Kurt Kanunu”nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri -hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek- ustalıkla betimliyor.

18-NAMUSCULAR-KEMAL TAHİR-05.03.2013

Kemal Tahir’in cezaevinde kaldığı yıllarda yazdığı ve cezaevine “namus meselesi” yüzünden düşmüş sıradan insanların dramını derinlikli ve çözümleyici bilgilerle aktardığı romanıdır. Olumsuz koşullar, cezaevlerindeki sömürü, cahillik, yoksulluk, geri kalmışlık ve boyun eğmişlik bu insanların belini bükse de onlar için başkaldırı söz konusu değildir.

17-UZAK ÜLKE FATMA ALİYE-FATMA K.BARBAROSOĞLU-26.02.2013

, fatma aliye hanımefendi nin hayatını anlatıldığı timaş yayınevi'nden çıkan bir fatma karabıyık barbarosoğlu romanı. 

barbarosoğlu "dip hikaye" başlığı altında kitabından şöyle söz ediyor:
"bu kitap, üst üste binmiş arayışların kitabı.
ben fatma aliye' yi aradım.
yaşadığı çağda, çağdaşlarından ve kendinden geriye kalan hayatlarda. o, mümin bir âlime olarak, muasır medeniyetlerde osmanlı kadınına yer aradı.
romanlar yazdı.
makaleler yazdı.
mesajı kaleminden önde koştu.
imparatorluktan geri kalan, harflerden de çekilirken, fatma aliye de kendi kaderine çekildi.
...
kendisini ahmet cevdet paşa' nın torunu olarak karşılamaya hazır olanlardan tek bir ricası oldu.
kimliği hakkında asla konuşulmaycaktı.

konuşulmadı."

kitapta ayrıca güzel bir jurnal örneği sergilenmiş. fatma aliye'nin yaşam öyküsünün anlatılmaya başlandığı 1862 yılından itibaren dünyada meydana gelen bazı mühim olayların da tarihsel seyrinin çetelesi tutulmuş.
victor hugo'nun "sefiller" i, ivan turganyev'in "babalar ve oğullar" ı yazması, leon foucault'un ışık hızını ölçmesi, kızılhaç'ın kurulması fikrinin ortaya atılması vs.. saatli maarif takvimi yaprakları gibi fatma aliye' yi takip eden bir sergüzeşt halinde sunulmuş kitapta.

16-MASUMİYET MÜZESİ-ORHAN PAMUK-22.02.3012

Masumiyet MüzesiNobel ödüllü Türk yazar Orhan Pamuk'un 29 Ağustos 2008 tarihinde İletişim Yayınları tarafından piyasaya sunulan ve kızı Rüya'ya ithaf ettiği[2] aşk romanıdır. Günlük hayat, resim, arkadaşlık, yalnızlık, mutluluk, gazeteler ve televizyon, aile gibi konuları barındıran roman, Pamuk'un on yıllık çalışması sonucu oluşturuldu.[3] Roman, Türkiye'de piyasaya çıktıktan sonraki ilk üç günde en çok satanlar listesinde birinci sıraya yerleşti.[4]
1975 yılı ile başlayan kitapta, tekstil zengini Basmacı ailesinin okumuş 30 yaşındaki oğulları Kemal ile uzak akrabaları, yoksul Keskin ailesinin 18 yaşındaki güzel kızı, tezgahtarlık yapan Füsun arasındaki aşk anlatılmaktadır. Romanın çeviri hakları kitap basılmadan satıldı ve Türkiye'den sonra ilk kez Almanya'da Das Museum der Unschuld adıyla yüz bin adet basılacağı bildirildi.[5] New York Times tarafından "2009'un en iyi kitapları" listesinde yer aldı.[6]
Ayrıca kitaptan esinlenerek bir müze oluşturuldu ve bu müze, 28 Nisan 2012'de açıldı. Orhan Pamuk'un küratörlüğünü yaptığı ve aynı zamanda İstanbul'un ilk şehir müzesi olma özelliğini taşıyan müze, Çukurcuma'da yer alan 1897 yapımı üç katlı tarihi binadan oluşmaktadır.[7]

Yazılma süreci[değiştir]

Orhan Pamuk, kitabın fikri Masumiyet Müzesi'ni yazmaya başlamadan on yıl önce ortaya çıktı[8] ve Kar'ı yayımladıktan sonra kitabı yazmaya başladı. Fakat bir yıl sonra romanı yazmayı bıraktı ve İstanbul: Hatıralar ve Şehir adlı anı kitabını yazdı. Ardından tekrar Masumiyet Müzesi'ne döndü[5] ve kitabı toplamda yedi yıl kitap ile uğraştı.[8] Romanı bitiren yazarın Nobel ödülü sonrası programının yoğunluğu nedeniyle, kitabın yayımı gecikti.[9] Yazar, romanın toplamak, saklamak, koleksiyon yapmakla ilgili olan kısımları için müzecilik tarihini araştırdı. Avrupa ve Asya'da birçok müze gezdi.[10]
Masumiyet Müzesi'nin kapağı, Pamuk'un romanı yazarken ve müzeyi yaparken oluşturduğu fotoğraf koleksiyonundan eski fotoğraflardan yapılmış bir kolaj çalışmasından oluşmaktadır.[8] Kapağın ön kısmında 1950'lerde, 1960'ların başında yazarın kahramanlarına benzediğini ve her yerinden de Türk olduklarının anlaşıldığını söylediği neşeli bir grup, havalı bir üstü açık Amerikan arabayla gezmekteler.[8] Arka planda da İstanbul var. Kitabın arka kapağında ise ressam Gustav Moreau'nun müzesinde yazarın kızı Rüya tarafından çekilmiş bir fotoğrafı mevcut.[8]

Yayım süreci[değiştir]

Basılmadan önce kitaptan iki bölüm Sabah gazetesinde tefrika edildi.[11] Daha önceki yıllarda da yazar batı basınına yazdığı çeşitli makalelerin Sabah'ta basılmasına izin vermişti.[12] Roman, kitap olarak 29 Ağustos 2008 tarihinde İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. İlk basımında 100 bin adet basılanMasumiyet Müzesi'nin çeviri hakları, daha kitabın yazılması bitmeden 30`un üzerinde dilde yayımlanmak üzere satıldı.[13]
Pamuk, esasen kitabını Ekim 2008'de Frankfurt'taki kitap fuarında sergileyecekti fakat fuar iptal edildi.[14] ve romanını Viyana'daki Burgtheater tiyatrosunda tanıttı. Tiyatro sahnesinde romanından bazı bölümleri Türkçe olarak okuyan Pamuk, romanında "sınıfsal bir durum üzerine oturtulmuş bir aşk hikâyesi"ni yazdığını belirtti.[15] Roman, Amerika Birleşik Devletleri'nde 20 Ekim 2009 tarihinde Knopf tarafından The Museum of Innocence adıyla yayımlandı ve romanın çevirisi Maureen Freely tarafından yapıldı.[16][17] İngiltere'de, İngiliz kitabevi Waterstone's tarafından ayın kitabı seçildi.[18]

Olay örgüsü[değiştir]

Tekstil zengini Basmacı ailesinin iyi okumuş 30 yaşındaki oğulları Kemal'in Sibel ile nişanlanmaya doğru giden bir ilişkisi vardır. Sibel'e çanta almak için gittiği dükkânda yıllardır görmediği 18 yaşındaki uzak akrabası Füsun ile karşılaşır. Füsun'dan etkilenen Kemal, zamanla Füsun ile buluşmaya ve birlikte olmaya başlar. Füsun tezgahtarlık yapmanın dışında üniversite sınavlarına hazırlanmakta ve Kemal ile birlikte matematik çalışmaktadır.
Günler süren buluşmaları Kemal'in Sibel ile nişanlanmasından sonra kesilir. Kemal, Füsun'u Merhamet Apartmanı'ndaki aynı dairede aynı saatte sürekli beklemektedir; fakat Füsun, buluşmaya gelmemektedir. Füsun'a ulaşamayan Kemal mutsuz günler geçirmeye başlar. Sibel'den ayrılır ve Füsun ile seviştiği dairede Füsun'un eşyaları ile birlikte zaman geçirir.
Kemal'in babasının ölmesiyle Füsun'dan Kemal'e taşındıkları evin adresini içeren bir not gelir. Kemal, verilen adrese gittiğinde Füsun'un evlendiğini öğrenir. Füsun'un beş ay önce evlendiği kocası Feridun, Füsun'a çocukluğundan beri âşık, şişman ve sevimli, işsiz bir genç sinemacıdır. İlerleyen zamanlarda Kemal, Füsunlara gidip gelmeye başlar ve Füsun'un kendisine ulaşmasının asıl nedeninin kocasının çekeceği Yeşilçam filmi nedeniyle duydukları sermaye ihtiyacı olduğunu anlar. Kemal, Füsun ile olan ilişki kopmasın diye Füsun'un başrolünde oynayacağı, Feridun'un çekeceği filmin finansörü olmaya karar verir. Füsun, Kemal ve Füsun'un kocası Feridun, akşamları beraber yazlık sinemalara gidip film izlemektedirler. Füsun, Kemal'i eve davet etmesine rağmen, ona yakın davranmamaktadır. Nadiren anlık yakınlaşmalar olsa da ortak geçmişlerine dair bir işaret vermemesi Kemal'i ondan uzaklaştırmamaktadır. Füsun'un annesi Nesibe Hanım'ın, Füsun'un evliliğinin namusu kurtarmak için yapılmış geçici bir ilişki olduğunu anlatması ve er geç Füsun'la birlikte olacaklarını ama sabırla beklemesi gerektiğini öğütlemesi Kemal'e şevk vermektedir.
Kemal zamanla Füsun'u bir gün kaybedeceği korkusuyla ona ait nesneleri gizlice alarak biriktirmekte ve suçunu örtmek için her hırsızlık ertesinde eve değerli hediyeler getirmektedir.
Kemal, Füsun'un başrolünde oynayacağı film için Limon Filmcilik'i kurar. Fakat ne Kemal ne Feridun Füsun'un filmde oynamasını isterler. Onun yerine daha sonraları Feridun'un gönül verip yaşamaya başlayacağı Papatya'yı seçerler. Film başarı getirir, fakat Füsun ile Feridun'un evliliği kopmuştur ve Kemal de bu sonuçtan memnundur.
Füsun'un babasının ölmesiyle Kemal ve Füsun birlikte olmaya doğru adım atarlar fakat Füsun, kendisinin Kemal'in ailesine, arkadaşlarına Kemal tarafından takdim edilirse ve söz, nişan, nikâh, düğün törenlerini yapılırsa evleneceğini söyler. Önce sözlenirler sonra Füsun, Kemal ve Füsun'un annesi Paris'e gitmek için arabayla yola koyulurlar. Babaeski'de Edirne yoluna bakan bir otelde dinlendikleri gecenin sabahında Füsun'un kullandığı ve Kemal'in de bulunduğu araç kaza yapar. Füsun ölür, Kemal ise ağır yaralanır. Kemal iyileştikten sonra, yıllar boyunca topladığı eşyayı sergileyeceği bir müze açmaya karar verir. Fusünların Çukurcuma'daki evini müze haline getiren Kemal, müzenin kataloğunu roman biçiminde yazılması için yazar Orhan Pamuk'a teklif götürür ve Pamuk kitabı yazmayı kabul eder. Başından itibaren birinci tekil kişi anlatımıyla ilerleyen kitabın son sayfalarında, Kemal sözü kitabın kahramanı olan yazar Orhan Pamuk'a bırakır. Pamuk, Kemal'in ölümünü de anlatarak kitabı sona erdirir.

Eleştiriler[değiştir]


Radikal'den Ömer Türkeş, kitabınProust'un (resimdeki)Kayıp Zamanın İzinde'sini çağrıştırdığını yazdı.
Edebiyat eleştirmeni Pakize Barışta Taraf gazetesinde Masumiyet Müzesi için yazdığı eleştirisinde, romanda kimi zaman duygunun genişletilmiş hallerinin var olduğunu, kimi zaman da durumun fazlasıyla abartılmış halleriyle yer aldığını belirtti.[19] Romandaki insani yüzeyin dayanağı olan gerçeklik ile kurgulanmış olan gerçeklikler arasındaki uyumsuzluğun romanın şiirine zarar verdiğini, Kemal'in aşkının ise gerçekliğin zorlanması olduğunu yazdı. Eleştirmen, "Masumiyet Müzesi'nde delice bir aşık olma durumu mu var?, Yoksa delice bir tutku hali mi?" sorularını sorduğu yazısında romanın aşk romanından ziyade tutku romanı olduğunu belirtti. Barışta'ya göre Füsun'un fiziksel özellikleri dışında tanıtılmaması, okurun Kemal'in Füsuna neden bu derece sevdalandığını anlamada zorluk yarattı. Ayrıca Barışta, gerçek hayata da taşınan müze meselesine sıcak bakmadığını, bunun sadece bir "ısrar" olduğunu ve bir iletişim stratejisi olabileceğini yazdı ve "Neden hayali bir kahramanın, sağdan soldan derlenmiş hayal mahsulü objelerini gidip görmek istesin ki okur?" sorusunu sordu. Radikal gazetesinin Kitap ekinde kitabın eleştirisini yapan A. Ömer Türkeş, zengin-fakir ilişkisi gibi unsurları barındıran romanda tipik bir Yeşilçam kalıbı kullanıldığını yazdı.[20] Pamuk'un anlattığı aşkın, Cumhuriyet Türkiyesi'nin modern muhafazakâr karakterinden kaynaklanan bir aşk türü olduğunu, 592 sayfalık romanın her parçasını birbirine bağlayan kusursuz kurgu sayesinde, yazarın taklit ettiği melodramların saçmaya varan rastlantısallıkları, onun hikâyesinde nedenselliğe dönüştüğünü belirtti. Türkeş'e göre Pamuk dikey bir üslup kullanmış, böylece uygusal içeriği yoğun konuları yeri geldiğinde yalın, serinkanlı, duygusuz bir dille anlatmayı başarmış. Gerek anlatıcının konumu gerekse de üzerinde durulan temalar açısından Masumiyet Müzesi'nin Proust'un Kayıp Zamanın İzinde'sini çağrıştırdığını yazdı.

Uluslararası eleştiriler[değiştir]

Kitap hakkında Türkiye dışında da çeşitli eleştiriler yapıldı. İngiltere'de yayımlanan Financial Times, kitabı James Joyce'un Ulysses'i, Tolstoy'un Anna Karenina'sı veNabokov'un Lolita'sına benzetti.[21]

Müze olarak uyarlanması[değiştir]


Müzenin binası
Masumiyet Müzesi'nin ana karakterleri Kemal ile Füsun'un arasında geçen ilişkide Kemal, Füsun'un ardından Füsun'un sarı ayakkabıları, küpesinin teki gibi nesneleri toplar. Pamuk da romandaki yıla ait bu nesneleri toplayarak, satın aldığı bir binada bu nesnelerin sergilendiği bir müze açacağını ifade etti[22] ve müzenin, kitabın yayımlanışından bir yıl sonra tamamlanabileceğini düşündü.[7] Müzenin yeri için Sultanahmet ile Galata'da dolaştıktan sonra Pamuk, Çukurcuma'da müzeyi açmaya karar verdi.[7] Avrupa ve Asya'da birçok müze gezen yazar, İstanbul Çukurcuma'da yıllar önce satın aldığı binanın restorasyonunu Türk mimarlar İhsan Bilgin, Cem Yücel ve Alman mimar Gregor Sunder-Plassmann yaptı.[7][22] "Eski Brukner Apartmanı" tipi bir arsaya yapılan müze binası, 2003 yılında tamamlandı.[23] Kitapta bu müzeye giriş bileti ve müzenin bulunduğu yerin haritası kitabın 574. sayfasında yer alıyor.[24]
Orhan Pamuk, müzenin açılması için Masumiyet Vakfı adıyla, bir vakıf kurmak amacıyla mahkemeye başvurdu ve 5 Şubat 2009 tarihinde mahkeme tarafından, vakfın tesciline karar verildi.[25] Toplam sermayesinin 1.000.000 TL olduğunu belirten vakfın amaç maddesi şöyle açıklandı:
"Vakıf; gerek Masumiyet Müzesi ismi altında gerekse de başka isimler altında müze, kültür ve sanat merkezleri kurmak, işletmek, sanat ve düşün alanında yeni, işlenmemiş, masum sanatsal yanları ve yaratıcı sanatın çocuksu masum taraflarını ortaya çıkarmak, Ferit Orhan Pamuk'un kültürel, sanatsal, edebiyat ve iletişim alanlarındaki faaliyetlerini desteklemek, bu konuda çalışmalar yapmak, kültür, sanat, edebiyat ve iletişim alanlarında çeşitli faaliyetlerde bulunmak, çalışmalar yapmak, toplantılar, etkinlikler, sergiler düzenlemek, Vakfın faaliyetleri bölümünde belirtilen işlemleri, etkinlikleri gerçekleştirmek amacıyla kurulmuştur."
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'ndan sağlanan mali destekle açılacak olan müze, Alman mimarlar Brigitte ve Gregor Sunder-Plassmann tarafından düzenlenecek.[26] Müzenin açılışı 2010 yılında gerçekleşeceği söylendi[27] fakat sonradan yapılan açıklamalarla 2011 yılının ilkbaharında açılması planlandığı belirtildi,[28] yine daha sonradan yapılan açıklamalarla müzenin 28 Nisan 2012 tarihinde açılacağı duyuruldu[7] ve bu tarihte bu kesin olarak açıldı. Müzenin kültür-sanat basınına tanıtımı sırasında yaptığı açıklamada Pamuk, müzenin ilk eşyalarını romanı yazmaya başlamadan önce toplamaya başladığını, romanı bu eşyalara bakarak yazdığını belirtti.[7] Ayrıca kitabın içinde yer alan seksen üç bölüm, seksen üç kutuyla temsil edildi.[7] Ayrıca romanda yer almayan bazı ayrıntılar, Kemal'in babasının aynı zamanda Monte Carlo'ya gidip kumar da oynaması gibi, müzede yer almaktadır.[29]

Eleştiriler[değiştir]

Orhan Pamuk, NTV'den Yavuz Harani'ye verdiği bir demeçte, herkesin kendisine "Orhan sen bir yazarsın, niye bunu yaptın?" diye sorduğunu ve buna "tek bir cevabı" olmadığını belirtti.[29] Ayrıca bu konu hakkında şunları ifade etti:
"İçimden bu geldi. Buna inandım. Ben ressam olmak istemiştim. Müzelere inanıyorum. Müze severim. Çok giderim. Biz niye yapamayalım? Zihinsel yaratıcılıkla, edebi yaratıcılıkla, sanatsal buluşlarla ilginç bir şey yapabiliriz diye de düşündüm. Hem babaannem hem anneannem bu hediyeleri alırdı. Romanın geçtiği yılların milli piyango biletleri. 31 Aralık çekilişi. Romanda anlattığım gibi işaretlemek için kuru fasulye kullanılırdı."

Kültürel etkileri[değiştir]



Kitabı okuduktan sonra romanın baş karakterlerinin aşkından etkilenen Türk pop müziği sanatçısı Nazan Öncel, kitaptan aldığı ilhamla "Canım Benim Nasılsın" adlı bir şarkı yazdı.[30] Başka Kültür-Sanat Dergisi, yayımladığı 4. sayısında 12 Eylül 1980'den Ergenekon'a uzanan darbeler tarihinin sanata etkisini gündemine aldı ve derginin kapağında Masumiyet Müzesi romanının kapağı yer aldı. Fakat derginin editörü tarafından romanın kapağı biraz değiştirilerek "Masumiyet Müzesi" ismi "Mahkumiyet Müzesi" olarak taşındı.[31] 5–6 Mayıs 2012 tarihlerinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde "Masumiyet Müzesi Sempozyumu" düzenlendi.[32]
Roman ayrıca Demet Haselçin tarafından belgesel olarak çekildi. Haselçin, 1999 yılında Pamuk tarafından arandı ve yapılan görüşmelerde yazılacak romanın bir belgeseli çekilmesi belirtildi.[33] Müze binasının ilk haliyle inşaatını çekmek için yönetmen, iki-üç haftada bir oraya giderek kaydetti ve binanın ilk hâlini çekmenin tekrar olanağı olmayacağını düşünerek kayıtları emniyetli bir yerde sakladı. Roman yayımlandıktan sonra Pamuk'a elektronik posta atan yönetmen, yazarla birlikte önceki çekimleri izledikten sonra çekimlere tekrar başladı. Çekimler bittikten sonra belgeselde çalıştığı Pınar Yakışıklı ile kurguyu oluşturdu. Ayrıca Hakan Gerçek, romanın ana kahramanı Kemal'in sesi olarak müzenin nasıl oluştuğunu belgeselde seslendirdi. Belgeselde Pamuk'un yanı sıra mimarların ve ekibin de röportajları yer almakta. Ayrıca yine Kemal'in ağzından kendi hikayeleri var. Kitaptakine benzer bir kurgu uygulandı.